BİLMECE 

İnsanların bana bu kadar değer vermesi gururumu okşuyor doğrusu. Hayatlarının en ihtiyaçlı ve haz odaklı anlarına ben eşlik hatta şahitlik ediyorum. Beni öyle çok dikkate alıyorlar ki başka bir örnek yok. Mücevherleri saymazsak tabii. 

Küçüğünden büyüğüne, yaşlısından gencine, sağlıklısından hastasına hepsiyle yanak yanağa, dudak dudağayız hayatları boyunca. Diğer nesneler beni biraz kıskanabilirler, bu onların en doğal hakkı. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de onların yerinde olsaydım aynı duyguları hissederdim bana karşı.  

Bu kadar el üstünde tuttuklarına bakmayın, insanoğlunun bana çektirdiği ıstırabı kimseler çekmemiştir. En yüksek seviyedeki ateşlere mi atmadılar, preslere ezdirip pestilimi mi çıkarmadılar, kimyevi maddeleri gark edip beni benden mi almadılar, hangi birini anlatayım? Hani “Anlatsam roman olur,” derler ya, işte benim hayatım best-seller romanlardan olur da Orhan Pamuk kitapları gibi 79 dile çevrilip ülke ülke gezer. Hoş, roman olarak gezmeye ihtiyacım yok şükür, ben ta M.Ö. 3. binden beri ortada olan, kullanılan bir maddeyim. Bronz Çağ’dan geliyorum bu güne. Ne yolculuk ama… 

Mezopotamya neden hâlâ bu kadar ilgi toplayan bir bölge sanıyorsunuz? Dünya için ne gerekiyorsa oradan çıkmış. Su orada, medeniyet orada, peygamberler oradan neş’et etmiş ve ümmetlerini aydınlatmaya çalışmış. Bilim, ilim adına ne varsa, o bölgede kurulan medeniyetler sayesinde açığa çıkmış. Bir de ben! Ben bu bölgenin en büyük alamet-i fârikasıyım. Yunanlı tarihçi Pliny’ye göre Mezopotamya’da kervancıların yaktığı bir ateşte ilk olarak arz-ı endam eylemişim. Osmanlı 16. yüzyılda benden geniş ölçüde faydalanmaya başlamış. 

Hz. Süleyman kıssasında anlatılan billur saray, benim en emsalsiz güzelliğimi yansıtmış. Tarihte, imparatorlar ve padişahlar, hırstan gözü dönmüş rakipleri tarafından benim aracılığımla öbür dünyayı boylamışlar. Gün ışığını geçirgen hale getirip ev halkını hastalıklardan koruyan benim.  Bütün virüs ve bakteri araştırmaları hatta aşılar, varlıklarını bana borçlular. Kıymetli eşyaların sergilenip herkesin istifadesine sunulması, benim sayemde mümkün olmuş. Kleopatra güzelliğini temâşâ eyleyebilmişse, sayemdedir. Eritilip kalıplara dökülmesem, insanlar yiyeceklerini muhafaza etmekte çok zorlanırlardı. 

“Üfff! Üfff!” Ne üflüyorsun be adam, bunları anlatmam canını çok mu sıktı? Söylediklerimin doğruluğunu sen de çok iyi biliyorsun. Kireç ve soda katıyorsunuz bana. Böylesi daha çok işinize geliyor, farkındayım. Beni cayır cayır yaktığınız yetmedi, bir de soğutup tavlama işlemi çekiyorsunuz ki dayanıklılığım artsın. Bak hâlâ üflüyor! Üfleme kardeşim! Bana ne çeşm-i bülbülden, bana ne murassa süslü vazodan. Ben böyle afraya tafraya gelemem. Üfleme! Sen en iyisi bana taze demlenmiş bir çay getir. Ne demişler?  

1 çay beyhude, 

2 çay faide, 

3 çay kaide, 

İç 4’ü, at derdi, 

Madem çıktın 5’e, sürgit 15’e… İçenlere afiyet olsun! Dudağınıza değen yine benim, haberiniz olsun.       

NURHAYAT ÖRENCİK 

                                                                           

1 Yorum “BİLMECE ”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir