ZIR DELİ

Ah gençlik! Nasıl da ufak tefek şeylerden etkileniyor veya mutlu oluyorlar. İnsanın genç olası geliyor.

Zır deli mi, zırzır deli mi? Deliliği dört kısma ayırırmış eskiler: deli, zır deli, zırzır deli, hınzır deli. Bu çocuk hangi kategoriye giriyor acaba? Hınzır deli değil, kesin. Şeytanî düşünceleri hiç yok. Zır deli de değil. Zırzır deli desem, o kadar da uçmadı. Sanırım sadece deli. Yani yaşı icabı yaptığı hareketlerden dolayı bunları düşündürüyor bize. Kelime anlamı ‘aklî dengeden mahrum, dengesini yitirmiş kişi’ olsa da halk ağzında ‘çılgın, hareketli, deli dolu’ anlamlarında kullanıldığı için böyle diyorum. Yoksa deli, sözün gelişi. Cin gibi akıllı maşallah!

Bazen çok aklı başında davranıyor. Konuşması ve hareketleri ölçülü oluyor. Ödevlerini zamanında yapıp arkadaşlarıyla güzel anlaşıyor. Kardeşlerine düşkün, onları sevip kolluyor. Doğrusu parmak ısırtıyor hepimize. Onun sadece bu yanını gören komşular, ondan sitayişle bahsediyorlar. Bazen de o gidip yerine bir başkası geliyor adeta. Zıvanadan çıkmış gibi davranarak ev ahalisine yaka silktiriyor. G.Stanley Hall, “Ergenlik, insandaki en kötü ve en iyi dürtülerin birbiriyle savaştığı ve kişiyi ele geçirmeye çalıştığı dönemdir.” der. Doğruymuş.

En kızdığı şey, odasındaki özel eşyalarının yer değiştirmesi. O, bıraktığını bıraktığı yerde bulmak istiyor. Temizlik için veya düzen gereği olsun, bir eşyanın yeri değişmeyegörsün, kızılca kıyametin koptuğu andır o an. Sesi yeri göğü inletiyor. “Dokunmayın benim eşyalarıma demedim mi ben size!” diye bas bas bağırıyor.

Çocuk, madem her şeyi yerli yerinde istiyorsun, sen de bu istediğin ve kural haline getirdiğin davranışa uysana! Ben de her şey düzenli olsun istiyorum ama sen asla benim istediğim gibi davranmıyorsun. Eve girer girmez çanta bir yanda pabuçlar öte yanda. Mont yerlerde, şapka ve bere kim bilir hangi köşeye fırlatılmış. Hani senin düzen anlayışın? Senin fikrin kıymetli de benim isteklerim veya evin düzeni kıymetsiz mi?

Gel de bunu ona anlat. İşte yine gök kubbe inliyor sesiyle. Yahu, bu ses kaç oktav acaba? Bariton sese sahip olanlar gelip ders alsınlar bizim oğlandan. Yükseldikçe yükseliyor sesi. Neyse ki camlar falan kırılmıyor. Tenor olsaydı ses türü, kesin kırılırdı. Aman, düşünmesi bile can sıkıcı.

Bu hengâmede neler düşünüyorum ben de… Delirdi, delirdi… Zıvanadan çıktı. Ergenlik dedikleri bu olsa gerek! Bu kadarı olmasa gerek. Karar verelim, olsa mı gerek olmasa mı gerek. Gerekir mi gerekmez mi diye bize soran da yok! Olacak olan oluyor nasılsa. Hayrolsun bakalım!

Son zamanlarda saçlarına taktı. Uzattı saçlarını, omuzlarını geçti saçının boyu. Konuşurken her cümlesinde saçını muhakkak elliyor. Ya sağdan sola veya soldan sağa yatırıyor ya da arkadan öne doğru indirip yüzünü kapatıyor. Tabii ki sonraki cümlede yüzünü ortaya çıkarmak için yine saçını elliyor. Zavallı saçları oradan oraya atılıyor söğüt dalları misali. Tokayla toplamalarını, taç takmalarını saymıyorum bile. Onları odasında bilgisayarla oynarken takıyor. Eskiden bir erkeğin toka takması hele hele taç takması düşünülemezdi bile. Hey gidi zaman! Anlayışları nasıl da değiştiriyorsun.

Yüzünü çok fazla ortaya çıkarmıyor, sebebi ergenlik sivilceleri. Her gencin yetişme çağında yüzünde sivilce olur. Bedendeki değişime yüzün ayak uydurması çok kolay değil. Geçen sene ufak tefekti, bu sene hem boy attı hem enine gelişti. Yüz değişti, sakallar ve bıyıklar usul usul ortaya çıkar oldu. Bu değişimlere bir de abur cubur eklenince sivilce olmadan olmuyor. Gençler bunu nasıl problem ediyorlar bir bilseniz… Ben biliyorum, bizim oğlandan. Dünyanın bütün dertleri sanki omuzlarında. Geçeceğini, büyüdükçe bir şey kalmayacağını söylüyoruz ama dinletemiyoruz. Abur cubur yemekten de vazgeçmiyor. Kısır döngü. Yedikçe sivilceleri artıyor, sivilceleri arttıkça canı sıkılıp yeniden yiyor.

Saçlarından başka iki şeye ilgi duyuyor: Kızlar ve vücut geliştirme. Kızlar çok ilgisini çekiyor, çok. Ne de olsa hormonlar tavan yapmış durumda. Peki o, kızların ilgisini nasıl celbeder: Üçgen bir vücutla… Bazı aktörler vücut çalıştırıp karın kaslarını geliştirirler de bizimki durur mu? Bizimki de vücut çalışıyor. Haftada beş gün hem de. Çalışınca oluyormuş, tecrübeyle sabit. Onun artık üçgen bir vücudu var. Çok mutlu. Her fırsatta kaslarını sergiliyor bize. Hatta gözümüze sokuyor, diyebiliriz. Sık sık yön tarif ediyor pazularını şişirerek mesela. Ya da göğüs kaslarını sıkıştırıp baklava dilimi sayıyor göbeğinde. Sayarken yüzü gururla aydınlanıyor.

Aslında o yaştaki kızlar üçgen vücut peşinde falan değiller. Onlarla ilgilenen biri olsun karşı cinsten, yetiyor. Tabii popüler ve gösterişli olmak şartıyla. Bir de komik olmalı. Mutlaka. Onlara kendilerini prenses gibi hissettiren genç, en makbulü. Yoksa saçlar onların da takıntısı, sivilce onların da derdi. Bir de ergen kızların aralarında bir dayanışma var. Grup arkadaşlarına her şeyi ama her şeyi anlatıp kikirdeşiyorlar. Kapriste de sınır tanımıyorlar. Erkek ve kızların böyle farklı halleri oluyor işte.

Ah gençlik! Nasıl da ufak tefek şeylerden etkileniyor veya mutlu oluyorlar. İnsanın genç olası geliyor. Ayakları yere basmıyor, hayal âleminde yaşıyorlar. Giyinsinler, birbirlerine hava atsınlar, birlikte dolaşsınlar, bir de gelişmiş kaslarını sergilesinler. Bu kadar. Biraz ilgiyle mutlu, küçücük bir sivilceyle mutsuz. Flört ettikleri kişi ondan ayrılırsa matem, odalara kapanmak… Trajedi için on dört yaşında hastalığa ya da ölüme ihtiyacınız yoktur, diyen Jessamyn Batı’yı nasıl anmayalım. Duygu geçişleri öyle hızlı oluyor ki. Duyguları gibi tepkileri de çabuk değişiyor. Ah gençlik!

Bu sinirli haller kalıcı değil elbette. Değişken. Hemen hepsi bir gün munis bir kedi, bir gün yırtıcı bir kaplan. Gençlik hoşa giden bir yaş dilimi olsa da yaşarken hiç kolay değil bu değişimlerle başa çıkmak. Çocuk desen, değil; genç desen, değil. Arada berede olmak zor. Aileler için de zor. Sabır sınavına tâbi oluyorlar birkaç yıl. Aile de bunun için var ve evlatlarına olan sevgileri her şeyin üstünde. Öyle olmasa, kim bu kadar zorlandığı halde sevmeye devam eder? Şimdi sabırla bekliyoruz akıllı uslu elbisesini giyineceği, olgun tavırlar takınacağı zamanın gelmesini. O zaman çok tatlı, çok sevimli olacak, eminiz.

Bazen halim selim bazen, hatta çoğunlukla celâlli. Bakmasını, görmesini bilene Allah’ın sıfatlarını sergileyip duruyor en saf haliyle. Hangi halde olursa olsun, her haliyle seviyoruz keratayı. O bizim canımız.
Yaratana binlerce şükür…

NURHAYAT ÖRENCİK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir