WİLHELM REİCH’İN “DİNLE KÜÇÜK ADAM”INDAN ONURLU BÜYÜK KADINLARA 

Şiddetin bedene yönelişi dolaylıdır, amaç ruhu zedelemektir; şiddeti şiddet yapan, ruhta yaratacağı çözülmedir, bezginliktir, bıkmışlıktır. (Afşar Timuçin) 

                                                         1.

Bazı kitaplar vardır, hayatın bizzat içinde yürek atışını duyarsınız; Wilhelm Reich’in 1948 yılında dünya edebiyatına armağan ettiği Dinle Küçük Adam! kitabı gibi.

Bu yazımızın gizli kahramanı da işte Reich’in işaret ettiği o “küçük adam”dır. Gizli kahramanı diyorum, zira bu “küçük adam”ın küçük zihni, farklı coğrafyalarda ve zamanlarda yaralı ama onurlu ve büyük kadınlar doğurmuştur, doğurmaya devam etmektedir.

Dünyanın her yerinde bu “küçük adam”lardan görmek mümkündür. Her şeyi, herkesi eleştiren, ama kendi eleştirilmeye tahammül edemeyen; hayatı tüketmekten ibaret gören, vermekten ölesiye korkan, ama almayı kendine her şartta hak bilen; mutlu olmayı beceremeyen, zaten güvende olmayı mutlu olmaya tercih eden; başına gelen her musibetin sorumlusu olarak başkalarını işaret eden bu “küçük adam”ların dokundukları her kadına, büyük travmalar yaşatan kalıcı parmak izleri vardır.

Her yıl ülkemizde işlenen kadın cinayetlerinin müsebbipleridir aynı zamanda bu “küçük adam”lar. İstatiksel verilere göre 2024 yılında 394 kadın, kocaları, babaları, erkek arkadaşları veya erkek kardeşleri, yani bu “küçük adam”lar tarafından öldürülmüş, 259 kadın da şüpheli şekilde ölü bulunmuştur.  

                                                         2.

Peki, kimdir bu “küçük adam”lar? Onları nasıl tanırız, nasıl ayırt ederiz de kızlarımızı, kız kardeşlerimizi, tanıdığımız, sevdiğimiz, değer verdiğimiz başka kadınları uzak tutabiliriz onlardan, nasıl önleyebiliriz “küçük adam”ların tuzağına düşmelerini, nasıl öğretebiliriz onlarla baş etmeyi? 

Burada yeniden Reich’in o incecik kitabına dönelim; onun “Dinle küçük adam!” diyen öfkeli sesine kulak verelim: 

Gizliden gizliye kendini aşağılıyorsun. Kendini aşağıladığın için de, arkadaşın olan kişiye saygı duyamazsın. Aynı masada oturduğun ya da aynı evde yaşadığın herhangi bir kişinin, büyük bir iş başarabileceğine inanmazsın.” 

Evet, “küçük adam”ları öncelikle bu değersizlik duygularından tanıyabilirsiniz işte. Değersizlik duygusu öyle kuşatır ki insanı; içten içe kemirir, özgüvenini sarsar. Hele bizim gibi erkek çocuklara yönelik beklentilerin fazla olduğu kültürlerde… Üstesinden gelemeyeceği beklentiler, erkekte yetersizlik ve değersizlik duygusu yaratıyor. Şiddetin yetersizlik duygusunu ötelediği bastırılmış öfkeleri doyurucu bir gücü de vardır. Böylece topluma yeni “küçük adam”lar ekleniyor. Erkekler özgüven eksikliğinin acısını en çok eşlerinden çıkarıyor maalesef, yani en çok bütünleştiği insandan.  

Her şey birbirine zincirleme bağlı: kendine değer vermeyen erkek, şiddet yanlısı oluyor. Toplumda saygın bir mevki sahibi olabiliyor böyleleri; güler yüzü, tatlı dili ve nezaketi ile taktir toplayabiliyor. Kanmayın sakın! Bu bir maskedir. “küçük adam”lar toplumun her kesiminden çıkabilir. Şiddet duygusu insanın çok derinlerinde yatar çünkü. Eğitimle sadece maskeleyebilirsiniz bu duyguyu. Ama ortamını bulduğunda, maskesi düşer şiddetin. Reich’e kulak verelim yeniden: 

Senin yakınında iyi düşünmenin olanağı yok küçük adam. Yalnızca senin hakkında ve senin etrafında düşünmek mümkün, senin ile değil. Çünkü sen, her büyük, geniş düşünceyi boğarsın.” 

Niçin boğar? Kendine değer vermiyordur çünkü. Bu yüzden en yakınındakini, kendisine ait bir nesneye dönüştürür ve değersizleştirir. Tuhaf olan, iyi şeyleri hak etmediğini düşünürken, başkalarından bu muameleyi görünce de bozulur “küçük adam”. Birini nesneleştirdiyseniz eğer, o kişiyle güçlü, sıcak sevgi bağları da kuramazsınız artık. Bu duygusal zayıflığını bastırabilmek için “küçük adam”, şiddete başvurur. Ondan sevgi ve güven beklentisi içinde olan karısına, kız arkadaşına, kızına, kız kardeşine şiddet uyguladığı yıllar içinde, kişiliği öyle kan kaybeder ki “küçük adam”ın, en fazla namus bekçiliği yapar, bu beklentiler karşısında, onu da yüzüne gözüne bulaştırarak… 

“…Ama gazetede bir şey yazınca, onu anlasan da anlamasan da inanıyorsun” 

Reich, bu kitabı yazdığı 1948 yılında gazeteler, büyük lafların edildiği en güçlü iletişim araçlarıdır. Şimdiki “küçük adam”ların silahı televizyonlardır, dijital dünyadır artık. Televizyonlarda, sosyal medyanın ekranında gördüğü o bilirkişilerin ağzı ile konuşur, tam da onun kulaklarına göredir o sözler, Nietzsche’nin adını duymamış olsa bile. Kendi fikri yoktur zaten. Sorgulamaz çünkü “küçük adam”. Sorgulamaya başlarsa eğer, önce kendi ile hesaplaşması gerek. Oysa “küçük adam”ın kendini sorgulamaktan ödü patlar, ölesiye korkar bundan. Korkusunu maskelemek için de şiddete başvurur yine. 

Üstelik şiddetin sadece bedene yönelik olduğu düşüncesi sizi yanıltmasın. Birinin yanında tedirgin oluyor, size tahakküm ettiğini hissediyorsanız; her zaman kendi düşüncelerini onaylaması gereken biri olarak görüyorsa sizi o kişi, bir yetişkin olduğunuz halde fikirlerinizi hiç sormadan sizin adınıza hayatınızla ilgili kararlar alabiliyorsa ve bu sizi geriyorsa, bilin ki, bu durumda bir “küçük adam” tarafından psikolojik şiddete maruz kalıyorsunuz demektir. 

                                                      3.

Gelin şimdi, güzel ülkemizden bir “küçük adam”ının hayatına odaklanalım:    

Her işi yalap şalap yapar “küçük adam”, küçümser; evde, iş yerinde, sokakta… O, fikir adamıdır zira, eylem adamı değil. O, fikir üretmeli, başkaları bu fikirleri kullanmalı. Reddeder büyük resmin bir parçası olmayı, kendini büyük resim sanma gafletindedir. 

Sanal bir âlemde yaşar; asla hayata geçemeyecek, geçiremeyeceği fikirleri vardır; yüksek sesle, büyük harflerle anlatır durur bunları. Çok haklıdır, hep haklıdır “küçük adam”. Kendi bir kişilik olamadığı için, birey olmanın bilincine varamadığı için, karşısındakini de birey olarak görmez. Hep direksiyondadır güya, daha doğrusu direksiyonda zanneder kendini. Başını çevirmeden konuşur bu yüzden kızıyla, karısıyla, kız kardeşiyle. Sen ona bakacaksın, mutlaka bakacaksın ama o, ekrana, dünyanın merkezine bakacak daima. Sen merkez değilsindir. Bir saniye dahi ayırsa gözlerini merkezden, maazallah şirazesi kayar, tekerleği patlar düzenin, direksiyonu bırakamaz o yüzden. Hep akıl gözü, gönül gözü, nefis gözü ekranda. Arada bir “baba” diyen kızına, “bey” diyen karısına, “aşkım” diyen sevgilisine, “ağabey” diyen kız kardeşine “hıı” der. İşte bu “küçük adam”lar, bilmezler ki, büyük kadınları onlar doğururlar zihinlerinin rahimlerinde, zihinlerinin rahimlerine serptikleri kin ve şüphe tohumları, korku tohumları ile. Bilseler, ah farkına varsalar bu büyük ve onurlu kadınları doğurduklarını, neler olur neler…

“Küçük adam”ların doğurduğu bu büyük ve onurlu kadınlar işçidir fabrikalarda, gündelikçidir evlerde, okullarda öğretmendir, bazen o öğretmenlerden sorumlu müdürdür; yazardır gazetelerde, editördür yayınevlerinde; doktordur, hemşiredir, hasta bakıcıdır hastanelerde; şirketlerde yöneticidir, yönetici asistanıdır. Severek yapar işini, onuruyla çalışır; sonra eve gider büyük ve onurlu kadın, “küçük adam”ın suratından düşen bin parçayı toplar; yemekti, bulaşıktı, çocuktu…“küçük adam”a acır üstelik; ömrünü ekran başında konuşarak, hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceği, gerçekleştirmek için sanal aleminden kopmayı göze alamadığı ıvır zıvır fikirlerle  ziyan ettiği, tükettiği için.  

Üretkendir bu büyük kadınlar; namusludur ruhu ve zihni ile, alın terini önemser. İş çıkışı, hayatını anlamlandırmak, sadece kendi için bir şeyler yapmak istemiş olabilir mesela. Bir Fotoğrafçılık kulübüne üye olduğunu düşünelim, hayatını anlamlandırmak adına, harika fotoğraflar çekmiştir. Akşam ezanı da okunmuştur çoktan. Tedirgindir kadın. Babasını hatırlar, bir başka “küçük adam”ı: 

“Akşam ezanı okunduktan sonra dışarıda görmeyeceğim seni, sakın ha! Bak, sonra karışmam ha!”  

Ezan okunurken daha, oyunu bırakır, diğer çocukların arasından sıyrılarak, koşa koşa, soluk soluğa evin yolunu tutar. 

Soluk soluğadır şimdi de, kapı zilini çalmaya çekinir, çoktan büyümüş, yetişkin olmuş bu onurlu kadın. Kocası açacaktır kapıyı; “küçük adam”ın suratı “Bu saate kadar nerelerde sürtüyordun?” diyecektir. Kadın, harika fotoğraflar çekmiştir oysa. Oysa o yakaladığı kareleri, kocasıyla, hani en yakınıyla işte, paylaşmayı arzu eder. Ama “küçük adam”ın sözcükleri… Dilindeki değil de yüzündeki sözcükleri…

O “küçük adam”lar, ölmekten korkarlar, hem de çok. İsterler ki, hatta beklerler ki, anaları, karıları, bacıları, kızları onların yerine ölsünler. Dede Korkut dahi deli deli söyler ya hani, kocasının yerine ölmeye gönüllü olan hatunu. Çünkü “küçük adam”ların canı çok değerlidir. Onlar ailelerinin küçük prensidir çünkü, soyunu sürdürecek olandır. Büyüdüğünde maazallah bazıları beyaz atlı prens kisvesine bürünür ki, işte en tehlikelileri de onların arasından çıkar; özellikle onlara dikkat edilmeli. 

Kızının namus bekçiliğini yaptın “küçük adam”, gönüllü. Nereye gittiğini, kiminle gittiğini, mutlu olmasından daha çok önemsedin. Bir hayırlı kısmetlik değer biçtin ona. Hayırlı kısmet dediğin de, eli ayağı düzgün, işi gücü olan biri. Kızını dövse, kol kırılır, yen içinde kalır, gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır ancak. El aleme rezil olmamaktır aslolan, kızının sorumluluğunu kendi üzerinden kocasına devretmektir. 

Sen “küçük adam”, kızının namus bekçiliğini yaptın ama babalığını ihmal ettin. Oysa saçını okşamak, ders çalışırken yatağına ballı süt götürmek, çok yoruldun, dinlen biraz diyen bir şefkatli sese dönüşmek çok mu zordu senin için? Senin krallığını tehlikeye atacak, otoriteni sarsacak diye korktun mu?  

Bayramları sevmez “küçük adam” çünkü bayramlar, mutluluk demektir; çocukların neşe ile cıvıldaşması, büyük ve onurlu kadınların el emeği göz nuru ile güzel sofralar hazırlaması, akraba ziyaretleri, şeker ile ağızların tatlanması demektir. Ama “küçük adam”lar mutluluktan ölesiye korkar. Mutluluğun dili, onlara büyük resim olmadığını, sadece bu resmin bir parçası olabileceğini, elindeki ile yetinmesi gerektiğini söyler. Bir şeyler, mutlaka bir şeyler yapması gerekir “küçük adam”ın. Mesela daha sabahtan, daha o cıvıl cıvıl bayram sofrasında niçin yumurta rafadan değildir ya da çayı niye böyle açık koydun be kadın! Mesela bu çocuğun ayağında niye çorap yok, üşütüp hasta mı olsun ha! Bahane çoktur “küçük adam”ın mutsuzluktan, öfkeden, şiddetten, değersizlik duygusundan beslenen zihni için. 

Bir çıkış arar “küçük adam”ın kirli zihninden doğan büyük ve onurlu kadınlar. Çıkış, aydınlanış, karanlıklardan sıyrılış, kendi gücüne güvenerek ancak. Birey olduğunu fark ederek. 

Sonra kadın, bir gün, mutlu bir kadınla karşılaşır… Başarmış, “küçük adam”ın küçüklüğünden korkmamış biri ile. Evet, çok zordur; evet, mücadele etmesi gerekmiştir, ama başarmıştır işte, çocukları için, kendi için, onuru için. Hele hele küçük yerlerde, bir dul kadın olmak kolay mı hiç? Çocuklarınla, kadın başına… Hem başka “küçük adam”lar da vardır; seni rahat bırakmayacaklardır. Bir şeye ihtiyacın varsa, çekinme der o “küçük adam lardan bazıları. Bıyığını burarken göz kırpar sanki. O kırpmasa bile kendiliğinden hareket eder göz sanki. Mesaj alınmıştır. Mesajı almıştır büyük ve onurlu kadın. Ama omuzlarını dikleştirir, çok şükür ihtiyacı yoktur, onurundan gayrısına. Bu dik omuzlar, öfkelendirir “küçük adam”ı. Kadın başına onur mu olurmuş? Gece evinin kapısını sıkı sıkıya kitler onurlu ve büyük kadın; gündüz selamlaştığı, ihtiyacını soran “küçük adam”lardan birinin parmak izlerini tanır yine de. Bıyık buruşunu hisseder. Ama pes etmeyecektir büyük ve onurlu kadın. Pes etmemelidir. Konuşsa da “küçük adam” büyük büyük, sesini yükselterek, asla pes etmeyecektir! 

                                                    4.

Peki, bu “küçük adam”lar her geçen gün niçin çoğalıyor böyle, kadın cinayetleri her geçen yıl, bir önceki yıla oranda niçin artıyor? 

Bunun cevabını bulmak için çok da uzaklara gitmek gerekmiyor. 21. yüzyılın egoları besleyen, bizi sanal bir âleme hapseden, ilişkilerin dahi çabucak tüketilebildiği asosyal yapısı, git gide insanı daha da yalnızlaştıran güvensiz ortamı; Tanrı kavramının, adalet kavramının, vicdan kavramının içini boşaltan ve bunları süslü sözcüklerden ibaret yapan sosyal paylaşımlar; hepsi, hepsi “küçük adam”ların oluşmasına ortam hazırlıyor aslında. Bütün bunlardan aile ilişkileri de nasibini alıyor tabii. Anne baba ile sağlıklı ilişkiler kuramayan kız çocukları, bu sevgisiz ortamdan kaçıp bir an önce özgürleşmek adına “küçük adam”ların avı olurken; erkek çocukları da zaman içinde “küçük adam”lara dönüşüyor yazık ki! 

Ailede sağlıklı ilişkilerin kurulamayışının ileriki yıllarda telafisi çok zordur. Bu tür çocuklar, zaman içinde yaralı yetişkinlere dönüşürler. Kendi kurdukları aileleri ile, çocukları ve eşleri ile sorunlar yaşayan, korkularını, değersizlik duygularını saklayamayan, öfkelerini bastırmayan, bilinçaltları yaralı, çocuk yetişkinler demeliyiz onlara. Çünkü biraz deşelerseniz, altından baş etmekte zorlandıkları bu hayat karşısında, korkudan tir tir titreyen, büyüyememiş, sadece içlerindeki öğrenilmiş çaresizliği büyütmüş çocuk yetişkinlerle karşılaşırsınız. Çevremiz böyle yetişkinlerle, “küçük adam”lar ve yaralı kadınlarla dolu.  

Dostlar, kızlarınızı, kız kardeşlerinizi koruyun bu “küçük adam”lardan, arkalarında olun her zaman, yalnız bırakmayın ve öyle yetiştirin ki onları, bazıları beyaz atlı prens kisvesine bürünmüş bu “küçük adam”ları, atının nal sesinden tanısınlar. Ama daha da önemlisi oğullarınızın yeni “küçük adam” lar olmasına fırsatlar yaratmayın. 

Benden söylemesi… 

Dinle “küçük adam”, dinle! Hep konuştun, büyük büyük konuştun, biraz da dinle! Karını, kızını, kız kardeşini; yüreği, cesareti, merhameti büyük ve onurlu   kadını dinle! 

FUNDA ÖZSOY E. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir