Bir film insana neler öğretir, neler hissettirir; bunu o filmle hemhal olmadan anlamak mümkün değil. Bu hafta sizlere uzun bir filmden değil, kısa ama insanlık tarihini utanç verici şekilde yüzümüze vuran bir yapıttan bahsettim. Film kısa sürüyor ancak hikâyesi uzun, koca bir tarihe sahip. Tarihin bir bölümüne tanıklık ederek bu filmde yer alan utanç verici geçmişi sizlerle paylaştım. Sizleri Hitler’in Almanya’sına götürmek isterim.
Filmin senaryosunu ve yönetmenliğini Ashley Eakin, senaryo hazırlığında ise Shawn Lovering yer almaktadır. Film, Hitler’in 1939 yılında başlattığı ve 1941’e kadar süren, Nazi ideolojisinin engelli çocuklara yönelik acımasız politikalarını konu alır. İlk sahnede öğretmen Eva’nın dersi üzerinden Nazi eğitim sisteminin çocukları nasıl manipüle ettiğini görürüz. Çocuklar, engelli akranlarına kin ve öfke ile yaklaşır. “Neden çocuklar, neden engelliler?” diye sormak isteriz elbet ama bu vicdansızlığı anlamak mümkün değil. Buradan yola çıkınca insanın en büyük zaafının kibir olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Filmde öğretmen olan Eva’nın, öğrencilerine engelli bireylerin bakımının masraflı olduğunu söylemesi ve bu sırada engelli oğlu Peter’ın dersi dinlemesi, bir hayatın değersizleştirilmesinin nasıl sistematik hale getirildiğini gözler önüne serer. Film, yalnızca Yahudilere değil, “istenmeyen” herkese uygulanan baskıyı ve şiddeti hatırlatır. Çocukların bir milletin geleceğini temsil ettiği düşünülürse, onların bu yaşta, beklenmeyecek derecede acımasız sözleri dile getirmesi izleyicide büyük bir sarsıntı yaşatır. Peter’in Nazi askerleriyle girdiği fiziksel çatışma, insanî değerlerin çocukluktan yetişkinliğe nasıl yozlaştırıldığını gösterir. Askerin karşısında son sözlerinin ne olduğu sorulduğunda, engelli koluyla Hitler’e selam vererek sergilediği güçlü duruş, karakterin acınası değil, dirençli bir figür olarak tasarlandığını ortaya koyar. Peter kendini kurtarabilse de, “ırk temizliği” adı altında Nazilerin öjeniye dayalı politikaları, yani beyaz tenli, sarışın, mavi ya da yeşil gözlü, üstün zihinsel ve fiziksel özelliklere sahip olmayanları yok etmeye yönelik uygulamaları, tarihin en karanlık yüzünü açığa çıkarır. Film, hangi dine, dile ya da millete mensup olursa olsun, insanlık dışı bu tarihsel sürecin asla tekrarlanmaması gerektiğini hatırlatır. İnsan olan, vicdanlı ve ahlaklı bireylerin bu dünyada söz sahibi olması gerektiği ise anlatının en güçlü mesajı olarak öne çıkar.
Bir tarihçi değilim elbette; ancak geçmişinden sorumlu ve sadece kendi toprağında değil, dünyada yaşananlara da tepkisiz kalmaması gereken bir insan olmaya çalışmaktayım. Bu nedenle konuyu sizler için araştırıp, aynı zamanda sizlerin de her bilgiyi sorgulamanız için bir kapı aralamak isterim. Sinema nasıl ki beni öğrenmeye sevk ediyorsa, umarım sizleri de hem bu film aracılığıyla hem de bu yazıyla dünyada neler yaşandığını anlamaya yöneltir. Çünkü tarih değişiyor, teknoloji gelişiyor ama insanlar ve kötülükler değişmemekte. Bugün Filistin’de yaşananlara ne kadar ses çıkarabildiysek, Hitler döneminde de benzer şekilde gücümüz yetmemektedir. Ancak bugün elimizde farklı imkânlar, farklı mecralar var. Geçmişten ders alarak aynı kötülükler farklı dönem ve milletlerde sürerken susmamak gerekir. Hele ki söz konusu çocuklar olduğunda…Çünkü; ‘‘Çocuklar uyurken susulur, ölürken değil.’’
ELİF TÜRE ATAM

