Anlaşılmanın her geçen gün daha da anlam kazandığı bir devirdeyiz. Şey’lerle kuşatıldığımız bir yalnızlık kalesindeyiz, öyle ki etrafımız hüzün sarmaşıklarıyla dolu. Dört bir tarafımız insanla doluyken bile sesimizi duyacak bir yüreğin varlığına ihtiyaç duyuyoruz. Cahit Zarifoğlu’nun “Ah şu yalnızlık kemik gibi ne yöne dönsem batar” dizelerini hatırlatan günlerden geçiyoruz. İçimizde biriktirdiğimiz sözlerin, sessizliğini bozmak istediği anlarda ulaşabileceğimiz kişilerin sayısı öyle az ki. Yüzümüze çarpan bu gerçeği kabullenmek de bir hayli zor.
Jean-Louis Fournier, “Tek Yalnız Ben Değilim” adlı kitabında kanayan yaramıza parmak basarcasına yalnızlığın her noktasına değinir. “İnsanoğlu yalnız olmayı sevmez. Çiçeğin açmak için nasıl güneşe ihtiyacı varsa insanın da gelişmek için başka insanların sıcaklığına ihtiyacı var. Yalnızlık insana zor gelir, yalnız kalan insanın canı sıkılır.” diyen yazar öte yandan “Başkaları olmadan yaşamak zor, başkalarıyla birlikte yaşamak da zor.” diyecektir. Bu duruma pek de şaşırmamak gerekir zira muhabbet tohumlarını yanlış yerlere ektiğimiz zamanlarda, kaçadurduğumuz yalnızlık en büyük sığınağımız olur. Ve bu yalnızlık Fournier’in şu ifadesiyle özetlenebilir: “Çevremi saran o sonsuzluğa uzanan içi boş kalabalıkların ortasında yalnız olmayı isterdim.”
Hem şikayetçi olduğumuz hem de ihtiyaç duyduğumuz bir şey’in gölgesiyle yaşamak zorunda kalırken kendi yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Tek bir yolda ilerlediğimizi iddia edebilir miyiz? Çeşitli yollardan geçmekle imtihan oluyoruz çoğu zaman. Çıkmaz sokaklarla, engebeli yollarla, yokuşlarla, tümseklerle, yürümemizi zorlaştıran kırık dökük kaldırımlarla hemhal oluyoruz. Her bir adımın izini taşıyoruz hayat hikâyemizde. Bazen nefesimizi kesen zorlukların, anlatacağımız başarı hikâyelerinde payı oluyor. Dümdüz yollarda gittiğimizi zannederken bazen hiçbir yere varamadığımız da oluyor elbette. Bu sebepledir ki yolumuzu kaybettiğimizi zannediyoruz. Yönünü kaybetmiş “yolsuzlar” olarak anılışımız bundan. Hüznümüzü kuşanıp bütün zorluklara rağmen yeni bir yol arayışına başlıyoruz. Bize bahşedilen her yeni gün, güzergâhımızı belirleyen bir “yol” değil midir zaten? İnsan yolunu kaybetmekten korktuğu kadar özünü kaybetmekten de imtinâ etmeli. Zira insanın yolunu bulması özünü bulmasına bağlıdır. Künhüne vâkıf olmadığımız bir yaşama gayesi bizi, ruhumuzu boğan ve yüreğimizi karanlığa gark eden çıkmazlara sevk edebilir. Burada kalıp da kendi kayboluşumuzdan başka ne bulmayı umabiliriz ki! Dünyaya gelişimizin sebepsiz olmadığının idrâki ile hareket edersek en büyük kazancımız “biz” oluruz. İnsanın kendi ben’ini buluşu her şeyin fevkindedir. İbrahim Kalın, “Öze Yolculuk” adlı o muhteşem kitabında şunları söyler: “Özünün ne olduğunu görmek istiyorsan nasıl bir dünya inşa ettiğine bak. Hayatında nelere izin verdiğine, neleri dışladığına bak. İyi, güzel ve doğru adına neyi kurduğuna ve koruduğuna bak. Özünün somut, yürüyen, yaşayan hâli işte bunlarda çıkar karşına. Zahirdeki hayatında ne varsa özündeki anlam da odur. Özünde ne varsa dışarıya yansıyan da odur.”
Ve en nihayetinde her yol “kendimize” çıkar…
ZEYNEP FATSA
- ÖMÜRDÜR BU GEÇEN - Mayıs 20, 2024
- YOLSUZLAR - Ocak 14, 2024
- BİR İNSALIK MESELESİ - Ekim 31, 2023
- KİTAPLAR VE HAYAT - Haziran 24, 2023
- HER KALBİN BİR BAHTI VARDIR - Haziran 15, 2023
- SÖZLER DİRİLTECEK İNSANLIĞI - Haziran 11, 2023