Mustafa Bektaşoğlu (Musahhih – Yazar / Ankara)
Yiğit adam. Yiğit yazar. Yiğit musahhih. Kastamonu’nun Köroğlu’su. Kastamonulunun Köroğlu olanı. Ankara’daki çağdaş Köroğlu. Dostum, arkadaşım, kardeşim benim. Seyahat başlarken hakkında tek kelime bilmediğim, yedi günün sonunda hakkında kitap yazabileceğim gösterişli kahraman. Gösterişli dediysem, kendisi gösterişsiz. Sessiz sedasız çalışır. Tıpkı Mahmut Erdemir gibi. Gösterişli olan fiziği. 1.85 boy, kalıplı vücudu, kalabalıkta ben de buradayım diye haykırıyor. Sesi çıkmaz ama. Elinde profesyonel fotoğraf makinesi. Hep çeksin. Onun sesi, sözü, yüzü fotoğraf makinesiydi. Ta ki Giresun’daki otel vakasına kadar (Biz Türkler sessizizdir, sabırlıyızdır ama bıçak kemiğe dayandığında da zıvanadan çıkarız. Bu psikolojik analiz en çok Mustafa Bektaşoğlu’na uygun aslında). Otelin lobisinde, herkesin çift kişilik odada kalacağı trajedisi karşısında ilk isyan bayrağını o yaktı. Lobide yatma kararıyla başından dumanlar tüte tüte söylenirken Allah’tan fahrî bir dosta rastladı da sorunu çözüldü, zor sakinleşti. Ertesi sabah artık gülücükler açılmıştı yüzünde. Bahar gelmişti. Biz de mutluyduk, o da. Diyanet Dergi’nin musahhihiymiş. Gerçek musahhih. Ayaklı musahhih. Öyle böyle değil. Bir ara o, Hasan Yücel Hoca ve ben tashih ile ilgili on beş dakikalık bir sohbetin içinde bulduk kendimizi; ben üç kulaçtan sonra çıktım, Hasan Yücel Hoca sekiz kulaç. Bizim Mustafa bir daldı ki okyanusa, ta en derinlere… (Bu konuda muhatabı biz değiliz; aksakalımız, 130 bin kelimelik Türkçe Sözlük’ün yazarı D. Mehmet Doğan abimiz olabilir ancak.) Ekürisi Ali Kılcı’ydı. Onunla oturdu gezdi. Seviyorlar birbirlerini belli ki. Ne güzel. Çok fotoğraf çekti Mustafa’mız. Sanat fotoğrafı. Üzerinde çalışacakmış daha (Çalışma bitince, hepimizin içini açacak, kervanın sanat fotoğrafları albümü çıkarsa hiç şaşırmayın derim). Seni sevdik yiğit Kastamonulu. Köroğlu bakışlı adam.
Mustafa Sarı (Şair/ Ankara)
Şiir bakışlı adam. Şiir duruşlu da. Uzaktan şiir şiir bakıyor, muhabbete başlayınca roman roman. Ciddi bakışlı, mütebessim. Huzur gözlü adam. Huzur yüzlü adam. Huzur sözlü adam. Huzuristan’ın cumhurbaşkanı adeta. Ortaya yakın bir boy, oval uzunca bir yüz, beyazdan kumrala çalan bir ten, imânî bir çehreyle kafiyeli zarif bir sakal, naif bir ses… Gözlükleri entelektüelliğini katlıyor (Resimdeki altın oranın dışa vurumu. Gözleri-gözlükleri üstteki üçte bir, bıyıklar ağız alttaki üçte bir. Çok sevdiği Rabbi ona üçte bir dengesi bahşetmiş yani). Solda yazmadığı dergi, almadığı ödül, tanımadığı şair kalmamış. Bir sabah gözlerini Huzuristan’da açıvermiş. Aynaya bir göz atmış, o da ne! O gün bugün nuranî bir yüzle dolaşıyor Şiiristan’da. Helal be çocuk. Vallahi helal sana. Helal adam. Helali adam. Helalden adam. Ardahan’da okuduğu, “Soylu ölüm, Efendimiz/ Günahlarımı da merhametinle” dizesi hafızamıza kazındı, modern bir naat olarak. Âh soylu ölüm. Âh soylu şair. Âh soylu kardeş. Eyvallah. Maşallah. Maazallah. Fakirullah
Mustafa Yıldız (Şair, Gaziantep Şubesi Başkanı)
Hüzünbaz merhamet. Tam da bu bizim Mustafa. Ömrünü dışarıdaki açlara yoksulara yetimlere vakfetmiş, bu rikkatli yürek, 6 Şubattan bu yana içeriye döndü çaresiz. Antep’e. Ne Antep’e, on üç ile. Yüz bilmem kaç ilçeye. Nurhak’a mesela. Nur Hak’a. Nur ve Hak; Mustafacığıma en yakışan iki kavram. Yok yok iki imge. Hak, hakikat yolcusu o. Hem yolcusu hem savaşçısı. Eylemcisi demek daha doğru. İçine hakikati dışına iyiliği kuşanmış da yollara düşmüş, nur olmuş bakışlarıyla, yıldız yıldız uçuyor gökyüzünde. O kadar çok hikâye var ki içinde. O kadar derin ve geniş öyküler biriktirmiş ki kalbinde, şiir yapmış onları, dize dize okuyor o mikrofonik ve etkin sesiyle. Altı gününe katıldığı gezimizde, merhamet sağanağına hüzün katılmış bakışlarla seyretti olanı biteni. Dikkat ettim, en çok da depremzede illerin başkanlarına yakındı. Maraş’la (Enver), Urfa’yla (Mahmut), Erzincan’la (Halil İbrahim) ve Sakarya’yla (Fahri Tuna). Olağandı bu. Damdan düşenin hâlinden en çok damdan düşen anlarmış diyen Nasrettin Hoca, meğer sosyoloji kanunu irat eylemiş. Güzel konuştu Mustafa. Güzel konuşuyor zaten. Güzel sesli adam o. Güzel kalpli de. Merhamet Medeniyeti’nin çocukları olduğumuzu en çok onu görünce hissediyorum ben. Ve o konuşurken. Anlatırken. Gözleri dünyayı merhamet kurtaracak ancak diye bakan adamdır Mustafa Yıldız. Merhamet nabızlı adam.
Nazım Payam (Şair, Elazığ Şubesi Başkanı)
Nazımcığımı tanıyalı bilmem kaç yıl oldu? Belki on belki yüz belki bin. Bin kesin var da, on bin de olabilir. (Sapanca Şiir Akşamlarında, 2002 yılında olmalı.) Huzur ve sürur veren adamdır Nazım. Varlığı yeter onun. Her zaman sakin her zaman ağır her zaman güvenilir. Yine öyleydi. (Başka ne olabilirdi ki.) Kâh şiir şiir baktı (konuşmadı, konuşmaz o, çünkü bakar sadece. Düşünür ve bakar. Bakışlarıyla konuşan adamdır, zira), deneme deneme düşündü. Erzincan’daki Deprem Panelini o yönetti. Duruşu bakışı ve sunuşu çok çok başarılıydı. Dolu adamdır Nazım Payam. Lebalep dolu. Bunu yöneticiliğinde de, altı gününe katılabildiği kervanda da, yemeklerdeki üç beş sözünde de hissettirdi hep. (Erzurum’da Abdurrahman Gazi Türbesinde gakkoşu Osman Suroğlu ile konuşturduğumda çok mutlu gördüm onu. Ben de mutlu oldum tabii ki.) Edep adamıdır Nazım. Edebî adamdır, edebiyatçı adamdır. D. Mehmet Doğan’ın yönettiği Ardahan’daki şiir akşamında, Ölüm geldi, bana senin gözlerinle baktı dizesi kaldı en çok hatırımızda. Şiir şiir konuştu, şiir şiir yürüdü, şiir şiir baktı bize kervan boyunca. Şiir adam o çünkü. Şiirmen.
Nazif Öztürk (Dr. Ankara – Eski Genel Başkanlardan)
Abimiz. Nazif abimiz. Sessiz adam. Sessiz ve derin adam. Sessiz derin güzel giyinen adam. Konuşuyorsa, ki günde bir iki kez konuşur, kesin vakıf eserleri konusundadır. Alanını sınırlarını iyi biliyor. O konunda da ihatalı doyurucu ve etkileyicidir. Eski genel başkan. Eskilerden. Eskimeyen eskilerden. Ağır abidir. Vali, başkan, rektör ziyaretlerinde de D. Mehmet Doğan’ın yanında (tıpkı Mehmet Ali Bulut gibi) protokol adamı olduğunu gösterdi. Protokol işini içten içe sevdiğini de. Ne de olsa ömrü Angara’da bürokratlıkla geçmiş, değil mi ama. Ona yakışıyor bu. Herkese saygılı, herkese mesafeli. Her zaman. 77 yaşındaki delikanlı. Delikanlı abimiz o bizim. İyi ki de abimiz.
Olgun Albayrak (Şair, Giresun Şubesi Başkanı)
Kâmil adam. Yeni kâmil adam. Yeni başkan ya. Olgun ve dolgun reis. (Bu satırların sahibi gibi.) Onu iki sene önce Giresun’daki TYB Şubeler Toplantısı’nda tanıdım. O zaman yönetim kurulu üyesiydi. Sessiz çalışır, her eve lâzım bir karakter olmasıyla aklımda kalmış. Terbiyesi ve mütebessim çehresiyle de. Tam bir görev adamıydı yine. Ama ortalıkta pek gözükmeyen. (Sunumlar için bilgisayarları kurup çalıştıran, teknik sorunları hemen çözüveren.) Sonra duyduk, başkan seçilmiş. Bu kez birinci adam olarak karşıladı ve ağırladı bizi. Şiir organizasyonu da iyiydi. Ekibinin öncüsü olarak, yönetimiyle ilişkileri de. Topal Osman’ın hemşerisiydi o. Yiğit, samimi, misafirperver. Okuduğu şiir de güzeldi. Bizleri sahiplenmesi de. Sözden ziyade ses ve tını o. Ve tebessüm. İçi aydınlık adam. Dışı da. Şiir sesli kardeş.
Sait Mermer (Yazar, Konya Şubesinden)
Had bildirici Sait. Dünyaya had bildirmek için gelmiş adam. Sahiden bak. Öyle böyle değil, essahtan. Yiğit, mert, sözünü, gözünü, özünü budaktan sakınmadan söyleyecek adam. Söylüyor da zaten. İlkin Konyalıyım dedi. Düzelttim, Gonyalı mı? Rayına oturdu: He ya Gonyalı. Yedi gün boyunca tam Gonyalıydı Allah’ı var. (Gerçi sorduğum hiçbir essah Gonyalıyı tanıyamadı ama o kadarcık kusur, Kadı gızında bilene olur.) Dikkat ettim, her şeyi bilmiyor. Ama bildiklerini çok iyi biliyor. Tam da aradığımız şey, bu işte. Müşekkel ve müheykel endamıyla göz de doldurdu, konuşup ettikleriyle söz de. Kallavi duruşu, dasitani edasıyla Ardahan’da okuduğu şiirin Çivi yaralarında, çivi yaralarında (Necip Fazıl’ın ‘Otel Odaları’nda şiirinden) dizesi hâlâ kulaklarımızda. Eczacıymış. Şifacı yani. Sözleri ve tavırlarıyla kafileye şifaydı Saitçiğim. Tam da böyle. Eksiksiz. Şeksiz şüphesiz. Erzurum’da Topçu Panelindeki densize haddini bildirenlerden. Helal sana be çocuk. Yiğit adam. Akil adam. Dış güçlerin ortak bir saldırısına, ikimiz de maruz kaldık. Çiledaşız yani. Kaynağı dışarıda bazı mihraklar, yüzde yüz eminiz ki, fotoşop marifetiyle, güya otobüste uyurken önce onu, sonra beni yakalamışlar da, watsap gurubumuza sızarak paylaşmışlar da, algı oyunlarına girişmişler de. Sait kardeşimle, yer miyiz ulan biz bu numaraları. Yüzde yüz iftira ve saldırı deyip anında kınadık tabii ki. Reddetmek ve kınamak, birinci önceliğimizdir. Uyumak kim, biz kim? Yanımızdan geçemez… Marks sakallı Sait. Marks’ı Marks’tan iyi bilen adam. Marksistlerin çekindiği adam. Marks mütehassısı. Antimarksist elbette. Aydınlık zihin onun ki. Gonyalı iyi Müslüman delikanlı. Böyle bildik onu. Böyle de söyleriz.
Turan Karataş (Prof. Dr. ASBÜ – Ankara)
Profesör. Haza profesör. Gerçekten. Yere sağlam basıyor. Sınırlarını iyi biliyor. Herkese saygılı. Herkesle mesafeli. (Sınırlarını iyi koruyor dedik ya.) Sivaslı Turan. Sivaslı olunca Turan adı daha bir yerli yerinde ve güzel geliyor, insana. Ne güzel. Krem – kahverengi kombiniyle dikkat çekti kafilede. Güzel giyimiyle tabii ki. Kaşkolu da olumlu etkiyi güçlendiriyordu. Şiirmen. Şiir hoca. Şiirli hoca. Şiirci hoca. Şiir üzerine kırk gün kırk gece, herhangi bir şiir üzerine kırk dakika, aralıksız konuşabilir. Yunus Emre üzerine kırk sene. Dolu dolu hem de. Zarif hoca. Ardahan’da Fatma Kevser Hanımın sorduğu ‘Yazarlık Mektebi’ dizaynı sorusuna verdiği cevaplar çok tatmin ediciydi. (Gerçi aynı şeyleri düşünmüyorduk ama olsun farklılıklarımız zenginliğimizdir, diyelim.) Şiir profesörü. Senelerdir uzaktan izlediğimiz, takdir ettiğimiz, sevdiğimiz Turan Karataş’ı, yakından tanımak da iyiydi. (Çoğu aktör, yakından hayal kırıklığıdır, malum.) Takdirimiz de arttı, sevgimiz de.
Ülker Mavral Bulut (Yazar, Ankara Şubesinden)
Ülker hanım. Ülker kardeş. Ülker abla. (Aynı senenin çocuklarıymışız da kadınların yaşı yavaş ilerlediğinden benim küçüğümdür Ülker.) Yani Ülker kardeşim o benim. Mehmet Ali Bulut’ta eniştemiz. Eniştemizin eşi Ülker Hanım, benim 2010 yılında düzenlediğim Balkan gezisinde de vardı. O zamandan tanırım. (Yine bir gezi düzenle de gidelim, dedi. İnşallah, en kısa zamanda, ben de Balkanları çok özledim, diye cevap verdim.) Fatma Sümer kızımızla beraber kafilemizin iki kadın yazarından biriydi. (Niye beş – altı kadın yazar yoktu ki? Neyse, karışmayalım her işe.) Kafile boyunca iyi diyalog kurduğum kişilerdendi Ülker kardeş. Seyyah (seyyahe mi demeliydim) olduğu için devamlı hareketliydi. Gezmeyi, yeni yerler görmeyi, fotoğraflar çektirmeyi seviyor, benim gibi. (Aynı kumaştanız ya.) Benim iyi fotoğrafçı olduğumu fark ettiği andan itibaren, ben çektim çoğu fotoğraflarını. Benimkileri de o. Rengârenk giysileri ile kafilemizi canlandırdı, yorgunluğumuzu da aldı, ne iyi etti. Ak Parti Genel Kurulu’na katılmak için kafileden bir gün önceden ayrılmak zorunda kalan eşi Mehmet Ali Bulut Eniştemiz için onunla ‘bizi terk edeni biz de terk ederiz’ diye slogan bile attık. Trabzon sahilini inleterek hem de. Çorumlu Ülker Mavral. Çorum âşığı Ülker. Mavral Leblebici’sinde ikram ettiği sıcacık leblebiler şahaneydi gerçekten. Çayla beraber çok iyi gitti. Çorum’la ilgili olumlu imgelerden birine vesile olmuş oldu. Sağ olsun. Kervanın en renkli kişisiydi Ülker. Selâm olsun.
Yaşar Bozyiğit (Yazar, TYB Simav Temsilcisi)
Simav fatihi. Yok Simav padişahı. Yok yok Simav Cumhurbaşkanı. Yedi gün boyunca Simav Simav baktı, Simav Simav konuştu, Simav Simav yürüdü; yavaş, sakin, geriden. Karıncaezmez Şevki’siydi kafilemizin. Sakin, ayrı, kendisi. Hep Abi diye hitap etti. Özellikle de bana. (Benden altı yaş da büyüktü üstelik. Tanıştığımızda, ilk gün ilk sabah, ‘senin Adapazarı Yazıları kitabını okudum, çok faydalandım ben’ sözüyle sürpriz yapmıştı bana.) Derin Egeli. Derin Simavlı. Hayatını Simav’a vakfetmiş kahraman. Varsa yoksa Simav. Gece gündüz Simav: Simav’ın Manevi Mimarları, Simav’ın Medreseleri, Simav’da Ahiler ve Ahilik kitapları varmış. Kimbilir, daha neler. Bir ara (ne bir ara, hep) bahsettiğine göre Simav’la ilgili on bin fotoğraf varmış arşivinde. Hemen hepsini o çekmiş. 800 sayfalık yayına hazır bir kitabı daha varmış. Ve belediye başkanının ilgisizliğinden yakındı sık sık. İnşallah yeni dönemde elindeki bütün çalışmalar değerlenir. Gün yüzüne çıkar. Simav ahisi o. Simav dervişi. (Belki de evliyası. O yönde de emareler görülmedi değil.) Ben Yaşar Abi’yi sevdim. Kafiledeki herkes sevdi. Naif, sakin, huzurlu adam. (Onunla uzun uzun konuşmak, dinlemek istedim ama kısmet olmadı. Borcum olsun. Bir gün, tam gün dinlemek istiyorum onu.) Kervan biterken, Yaşar Abi’min etkisiyle şöyle düşündüğümü itiraf etmeliyim (Bu kanaatimi D. Mehmet Doğan Ağabeyime ilettim, o da onayladı): Acaba tarihte Simavistan diye bir ülke vardı da, Kütahya, İzmir, Aydın, Muğla, Manisa, Balıkesir, Uşak oraya mı bağlıydı, başkentleri de Simav mıydı. Biz mi okumadık. Yahut dikkatimizden kaçtı. O kadar yani. Tam da böyle. Yaşar Abi, sen ne güzel adamsın ya. Simavlı da inşallah senin kalbindeki Simav sevdanı fark eder de takdir eder. (Takdir edilme derdin yok, onu biliyoruz da.) İyi ki bizimleydin, derviş adam.
Fahri Tuna