TÜRK TİYATROSUNUN YAŞAYAN EFSANESİ ZİHNİ GÖKTAY İLE HÂTIRALARIMIZ 

“Türk tiyatrosu Batı’nın ileri karakolu değildir. Olmayacaktır.”

Bugün için Türk tiyatrosunun yaşayan dört efsanesinin ismini sorsam, kimleri söylersiniz acaba? Haldun Dormen, Metin Akpınar, Müjdat Gezen, bir de Zihni Göktay, değil mi? Elhak haklısınız. Sizin gibi düşünüyorum ben de. Bu dört isim de hem tiyatromuzun hem Yeşilçam’ın hem de televizyon dizilerinin en renkli aktörleri.

Yazımızın konusu aziz dostum Zihni Göktay. Hani Bizimkiler dizisindeki emekli öğretmen Muvaffak Bey. Otuz sene haftada – matine suare – on oyun oynadığı Lüküs Hayat’ın Tulumbacı bozuntusu Rıza’sı.

Peki kimdir, Zihni Göktay Ağabeyim. Anlatayım efendim: İstanbul Fatihlidir. Tıpkı Türk tiyatrosuna ve Yeşilçam’a can veren Müjdat Gezen, Suna Pekuysal, Kemal Sunal, Eşref Kolçak, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Savaş Dinçel ve Türkan Şoray gibi.

1945 yılında Sarıgüzel’de bir terzinin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açar, Abdullah Zihni Göktay. Babadan da anadan da yedi sülalesi hacı hocadır. Terzi çırağı küçük Zihni’nin ben tiyatrocu olacağım, tutturmacası karşısında evdeki depremi tahayyül ediniz; kararlılığını görünce de olacaksan bari iyisinden ol, kabilinden zoraki müsaadeyi de. Sonunda Zihni Bey’in gözden ırak tiyatroya yakın Ankara yılları başlayacaktır. On yıllık Başkent Günlerinde, Ankara Meydan Sahnesi’nde profesyonel olacak, sanat kalfalığını orada tamamlayarak başkentler başkentine, kendi şehrine dönecek ve tam yarım asırdır devam eden İstanbul Şehir Tiyatroları Günleri başlayacaktır. Babanın Gorilleri’nden Figaro’nun Düğünü’ne, Lüküs Hayat’tan Resimli Osmanlı Tarihi’ne, Pembe Konağın Gelinleri’nden Sarıpınar 1914’e Kanlı Nigar’a, Cibali Karakolu’na.

Burada bir büyük paranteze ihtiyaç var; Tulumbacı bozuntusu Rıza rolüyle bir girdi 1985 yılında Lüküs Hayat’a, kalbinden ameliyat masasına yatırıldığı güne kadar; tam otuz sene boyunca, haftada beş gün matine suare, İstanbul’u, ülkemizi, dünyamızı sahneye başarıyla taşımış adamdır Zihni Göktay; tuluatın, doğaçlamanın, güncelin kitabını yazan adamdır her oyunda. Cumhuriyetin ilk yıllarında geçen, dört saatlik bir oyunun, Türkiye’de otuz yıl aralıksız kapalı gişe oynama başarısının birçok nedeni var elbette ama -bu satırların sahibi de on yedi kez izlemiş birisi olarak itiraf eder ki,- baş sebep Zihni Göktay’ın oyunu alıp götürmesidir, neredeyse her oyuna her gün yeni bir şeyler ekleyerek. O bir kara mizah ustası, o bir ironi üstadı, o gerçek bir modern meddahtır.

Yeşilçam’a katkıları da yadsınamaz üstelik; Tosun Paşa’dan Beybaba’ya, Atla Gel Şaban’dan dört adet Hababam Sınıfı’na, Fahriye Abla’dan Yedi Kocalı Hürmüz’e, Meraklı Köfteci’den Döngel Kârhanesi’ne… Televizyon dizilerinde de gördük çokça; Kuruntu Ailesi, Bizimkiler’de emekli öğretmen Muvaffak Bey’i, Avrupa Yakası, Cennet Mahallesi’nin Göttingenli Ethem’i, Mert ile Gert’in Poyraz’ı, Ah Kalbim’in Hakkı’sı. Adım Bayram Bayram’ın Cemşit Dedesi ve son olarak da Ulan İstanbul’un Servet’iyle…

Aslında o bizim hem tiyatromuzun, hem de dostlarının en büyük servetidir. İster sahnede izleyin onu, ister kuliste sohbet edin, isterseniz günlük hayatta yol arkadaşlığı yapın; bir tarafıyla Dümbüllü, bir tarafıyla Muhsin Ertuğrul çıkacaktır karşınıza.

O bir halk çocuğu! Halktan, halkla, halkçı… Tiyatrosu da, rolleri de, yaşamı da halktandır zaten. 

Kâh Karagöz’dür, kâh Kavuklu. Yer yer II. Abdülhamid’i bile güldüren komik-i şehir Naşit Bey’dir, yer yer Güllü Agop. Yahya Kemâl üstadın Ne Harabîyim, ne Harabatîyim / Kökü mâzide olan atîyim beytinin günümüz tiyatrosundaki mücessem / müşekkel / müheykel (heykelleşmiş) hâlidir Zihni Göktay.

Oğlunun adı Ömer, kızının adı Zeynep’tir onun. Güldüren, sevdiren, sevindiren adamdır Zihni Göktay. Sevinçli adamdır. Ona gözü gibi bakan, gözü gibi koruyan, gözü gibi sakınan eşinin adı da Sevinç’ti zaten. (Rabbim Sevinç Yengemize gani gani rahmet eylesin.)

O bir tevazu abidesidir. Ehliyeti, otomobili olduğu hâlde belediye otobüsleriyle yolculuk yapan adamdır hâlâ. Mala mülke, paraya pula, şöhrete ödüle tamahı yoktur; o dost adam, dostça adam, dostluk adamıdır.

Çağdaş olduğu kadar millî adamdır; evrensel olduğu kadar da yerli adamdır. Türk tiyatrosu, Batı’nın ileri bir karakolu değildir! isyanı da onundur.

1996 yılında tanışmıştık, bir Lüküs Hayat kulisinde. O gün bugün dostuz. Abi-kardeşiz. Çok severiz birbirimizi. Adapazarı, Mardin, Edirne, Adıyaman, Diyarbakır, Çankırı, Kocaeli görmüş bir dostluk bizimkisi. Nereye davet etsem, hiç tekellüfsüz gelmiştir Zihni Abi.

Sık sık ararız birbirimizi. Dünya tatlısı bir ağabeyimizdir. Yaşayan efsane. Hâlâ belediye otobüsüyle gider gelir ve o güncel esprileri oradan çıkarır, tuluatını oradan günceller.

Çok anımız var. Bir kitap olur. Onun kişiliğini en güzel anlatan bir anı nakledeyim:

2005 yılı Haziran’ıydı. Yani sezon 30 Nisan’da bitmiş, tiyatrolar tatile girmişti. Mayıs ve Haziran’da turneler olur sadece. Kadıköy tarafında bir işim vardı. Arabamı Haldun Taner Sahnesi avlusuna çektim. İhtiyaç gidermek için içeri girdim. Özel güvenlikler beni zaten tanıdıkları için aldılar. Lavaboyken Zihni Göktay’ın -o bir kere duysanız bir daha unutamayacağınız- sesi, uzaktan geliyordu kulağıma. Sahnede adeta çıldırmış, gençlere, bas bas bağırıyordu: Van, Hakkari, Diyarbakır da Misak-ı Milli sınırları içerisinde. Orada da Türk bayrağı dalgalanıyor. Ne demek oraya gitmem, film çekimim var. Her şey para mı, her şey şöhret mi? Solculuğu kimseye bırakmıyorsunuz ama Ankara’nın ötesine de gitmek istemiyorsunuz. Yazıklar olsun size. Doğu’daki, Güneydoğu’daki insanımızın tiyatro seyretme hakkı yok mu? Tiyatro sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa için mi var bu ülkede? Günde elli lira yevmiye verecekler diye niye küçümsüyorsunuz turneyi. Böyle sanatçılık olmaz. Türk tiyatrosu Batı’nın ileri karakolu değildir. Olmayacaktır. Ama siz böyle düşünürseniz, bal gibi de olur. Gençliğinizden utanın, solculuğunuzdan utanın!

Zihni abim budur işte. Yerli ve millidir.

2001’de Taraklı’yı gezdirmiştim ona, Fotoğraf Sanatçısı Hüsnü Gürsel merhumla beraber; çok beğenmiş, bayılmıştı; bana dönüp, aman bizim İstanbul burayı göstermeyin Fahri Bey kardeşim, aman duymasınlar. Gelir yağmalar, bozar burayı, demişti.

Bu kadar da gerçekçi ve ihtiyatlıdır.

2001 yılında Irmak Dergisinde yayımlanan bir söyleşi yapmıştım kendisiyle. Bakınız, TV dizilerinin tutulması ve izlenmesi açısından, tiyatrocu – tiyatrocu olmayan ayrımını nasıl buluyorsunuz? soruma verdiği anlamlı cevabına:

Oyuncuların tümü tiyatro kökenlidir. Yazarı senaristi tiyatro kökenlidir. Aslında Batı’da film piyasası olsun, TV dizileri olsun, yüzde 80 tiyatrocu ağırlıklıdır. Bizde de Bizimkiler, Ruhsar, Memoli, Üzgünüm Leyla, Eyvah Babam dizilerini hariç tutarsak, çoğu diziler, yüzde 80 manken ve fotomodel, şarkıcı ve türkücü ağırlıklıdır. Hiç hayret etmemek gerek: Bu ülkede eczanelerden terlik, manavlardan yoğurt, bakkallardan da domates, biber alabiliyorsunuz. Bir kaos yaşanmaktadır. Ne diyelim; kader utansın, nasıl olsa başkaları utanmıyor.

Oğlunun adı Ömer, kızının da Zeynep. Klasik isimler. Üstelik de hak ettiği şöhretin ve ödüllerin beşte birini bile alabilmiş değil. Bu konuyu kendisine sordum. Verdiği cevap şu:                                                        

Geleneklerine, örf ve ananelerine sadık biriyim. Bu itibarla çocuklarımın isimlerini de bu düşünce doğrultusunda koyduk. Çünkü eşimle birlikte karar verdik. Ömer adı; dirilik, canlılık anlamına geliyor. Zeynep adı ise; değerli ve nadide taştan anlamını taşıyor. Hayatım müddetince, magazine malzeme ve haber olmamaya özen gösterdim. Evliliğimde de mazbut yaşantı sürdürüyorum. Hiçbir zaman varlıklı olmayı düşünmedim. Var olabilmeyi hedefledim. Kirada değilim; Feneryolu’nda giriş katında mütevazı bir dairemiz var. Renault Clio marka binek tipi arabam ve bir Bisan bisikletim var. Şöhret gelip geçicidir. Skandallar ve magazin haberleriyle, sansasyonlarla gelen şöhret olmaz olsun. Beş metre bezle gideceğiz Âlem-i Manâ’ya.

Zihni Göktay gelenek ve göreneklerine, medeniyetinin değerlerine böylesine de bağlıdır.

15 Ocak 2007 tarihinde İŞT ekibi, Adapazarı AKM açılışı için Lüküs Hayat oyunuyla davetimiz üzerine şehrimizde. Oyun akşama. Kırk kişilik bir ekiple geldiler. Gündüz Islama köfte, Kabak tatlısı filan ikram ettik. Şehri gezdirdim. M.S. 561’de yapılan tarihi Beşköprü’müzde yürüdük, Çark Mesire’de havuz kıyısında çay içtik. Akşam oyun başladı; aaa o da ne; Adapazarı adeta Lüküs Hayat’ın içinde kol geziyor. Tuluat, doğaçlama oyunun içinde yaşadıklarımız. En az on yerde. Oyunun bir yerinde Zihni Abi, yani Tulumbacı Bozuntusu Rıza, karşısındakine, bak kardeşim, Belediye Kültür Daire Başkanı Fahri Bey, sana nefis bir Islama köfte, Kabak tatlısı ikram etsin, paraya pula bakmaz, bu evi satın alır gidersin, diyecek kadar. Yerel güncellemelerle, seyircinin kahkaha miktarı tavan yapmıştı o akşam.

Zihni Göktay budur işte. Günü, günceli oyuna katarak, seyirciyi oyunun içine çekmeyi on kere yüz kere başaran adamdır. Ki oyun aslında 1930’larda geçmektedir. Tuluat izni de bir tek ona mahsustur.

Ihlamur Dergisi genel yayın yönetmeni Hakan Sarı, 60 yaşına girmem nedeniyle, 128 sayfalık bir Fahri Tuna Özel sayısı hazırlamış, sekiz ülkeden 48 şair yazar sanatçı dostumdan benimle ilgili yazılar almıştı. Ihlamur, sayı: 84, Kasım 2019. (Bu sayı çıkıp dergiyi ilk elime aldığımda ürperdiğimi hatırlıyorum. Zira hayatım boyunca bu tür özel sayıların, ölen yazar ve sanatçıların ardından yapıldığına hep şahit olan ben, ölmüş de geri gelmişim şaşkınlığına düştüğümü itiraf etmeliyim.)

O özel sayısı için Zihni Göktay Ağabeyin, hakkımda yazdığı (Ihlamur’a gönderdiği) yazıyı paylaşmak isterim size:

“Aziz dostum, kıymetli Fahri Bey biraderim. Çeyrek asırlık bir dostluk. İçtiğimiz kahvelerin hatırı daha bitmedi. Allah sağlık verirse 40. Yılda tazeleriz inşallah. Bir Sakarya (Adapazarı) Lüküs Hayat turnesinde başlayan tanışıklık, sıcak bir dostluğa dönüştü zamanla. Sanat ve kültüre verdiğin önem ve emeklerin boşa gitmedi. İnsan biriktirdin. AKM’de (Adapazarı Kültür Merkezi’nde) düzenlediğin, paneller, sergiler, unutulmaz. Bunların ötesinde konukseverliğin göstergesi çevre gezileri, Taraklı, Geyve, Ali Fuat Paşa gezileri, müzeler, tarihî doku, piknikler yadsınamaz.

Bütün bu güzelliklerin yanı sıra, Mardin Valiliği nezdindeki etkinlikler, ayrıca Edirne Valiliği tarafından birlikte organize ettiğiniz Akademi – Edirne, Akademi – Rumeli, Balkan ülkeleri ile olan kültürel ilişkiler, unutulmaz. Soyadın ile müsemma Tuna Nehri gibi güldür güldür ve coşkunlukla destekledi bütün bu uğraşları.

Bütün bu faydalı hizmetlerin için sana teşekkür ederim. Azmin, çalışkanlığın ve cevvaliyetinle sana, ailen ve evlatların ile sağlık dolu bir yaşam temenni ederim. Yüksel hünerinle kâni Olma / İhsan-ı Hüda’ya mâni olma.

Kadim dostun ve ağabeyin.

Zihni Göktay (18 Eylül 2019, Feneryolu / Kadıköy)

Zihni Göktay Ağabeyim, -gördüğünüz üzere- dostlarına, böylesine de vefalı biridir.

Seksenine merdiven dayadığın halde, hâlâ sahne diyorsun. Sağlığın elverdiğince de seyircilerine güzellikler sunuyorsun. Biliyoruz sahnesizliktir senin, esas ölümün. Biliyoruz, istiyorsun ki, hep sahnede olayım. Ve sahnede öleyim!

Gönüllerimizi şen ettin altmış senedir, Zihni Göktay! Sen de iki cihanda şen olasın, mutlu olasın, mesrur olasın. Ey dostluğu ve sanatı bir ömre bedel olan insan.

Fahri Tuna

 

1 Yorum “TÜRK TİYATROSUNUN YAŞAYAN EFSANESİ ZİHNİ GÖKTAY İLE HÂTIRALARIMIZ ”

  1. Tek nefeste okudum. İçinde sanat, dostluk, aile, geçmiş, gelecek, doğa, yemek ve bolca duygu bulunan yazınız için sizi tebrik ederim. Okuduğum en renkli portrelerden biriydi. Sanki yaşıyor, nefes alıyor cümleler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir