“Bakın! O geçe kalan var ya! Hani sürüye sürüye ayaklarını yol alırken, elleri titrek, verdiği sözler yitik, varlığı bağlamından kopuk. Bekleten. İşte bu!” diyecekmiş gibi bir ses.
İçeride beklemeyi düşündü önce, bir adım attı. Fakat onu kapıda karşılamak, yürüyüşünü, bakışını görebilmek istiyordu. O görmeden önce görmek. Bir servi gibi olamasa da dik, söğüt belki. Adımını geri çekti.
Tamirci köşeyi döndü. Bir saat sonra. Yüzünde oluşan mahcubiyeti muzip gülümsemesiyle örttü. Sol eli havada. Gözleri gözlerinde. Uzatmalı mıydı, karşıdan mı beklemeliydi? Hatırlayamadı, nasıldı şu nezaket kuralı.
“Merhaba” dedi Tamirci.
Sesindeki soğukluğun kelimenin anlamıyla oluşturduğu zıtlık kesici bir hal aldı. Yanakları buz. Üşümek böyle zamanlarda anlam kazanıyordu. Dün akşam renk paletindeki siyaha bulanmış beyaz geldi aklına. “Ne farkımız var?” diye düşündü.
“Hoş geldin” dedi kadın. Öncesinde içinden hecelediği gibi değil. Tek nefeste. Hakkını vererek. Elleri ceplerinde. Oluk oluk akarken insanlar, sağından ve solundan. Balkondaki petunyalar geldi aklına, yapraklarındaki yeşilimsi sarı.
“Bi’ farkımız yok” diye mırıldandı.
Kadın önde Tamirci arkada içeri girdiler. Küçük bir Boşnak lokantası. Zümrüt yeşili boydan boya. Duvarlarında Mostar Köprüsü, altında Neretva çağıldamakta. Kadının Balkanlara dair tattıkları bu lokantanın sınırlarından ibaretti. Yabancısı olduğu bir memleketin lezzetlerinde, yabancısı olduğu bir adam şimdi. Nereden başlayacağını bilemiyordu. Oturmak. Uygun bir yere oturmak gerekliydi. Başını sağa sola çevirdi, derin bir nefes aldı, çenesinin ucunda küçücük bir gamze belirdi. Bir an oturmak için bir yerin uygunluğu fikrini garipsedi.
“En arkaya geçsek olur mu?” diye sordu Tamirci.
Kadın bunun için teşekkür edebilirdi.
“Elbette olur siz nasıl isterseniz.”
Gözü masalardan birinde duran şarap kırmızısı içeceğe takıldı. Üzerindeki yükün hafiflemesiyle rahatlamıştı ama bardağa bulaşan o buruk tadı tanıyordu. Elini dudaklarına götürdü.
“Bir şey mi oldu?”
“Yok.”
“O halde ayakta dikilmeyelim hadi gel.”
En arkadaki masaya geçtiler. Tamirci sırtını duvara verdi. Kadın sol tarafta oturan sevgililere, müzisyenlere ayrılmış köşeye, kalabalık gruplar için rezerve edilmiş masalara, geleneksel ürünleri olan büfeye, Mostar’a, tüm şehre arkasını döndü.
Siparişlerini verdiler. Beklerken kadın konuya nasıl başlayacağını düşündü. Yutkundu. Yanındaki sandalyeye koyduğu çantasını kucağına aldı.
“Size bir şey getirdim, bunu ancak siz tamir edebilirmişsiniz,” diye başladı cümlesine. Tamirci masaya doğru eğildi.
“Kim söyledi bunu sana?”
Kadın elini çantasının fermuarına attı. Usulca açtı. İçinden küçük bir radyo çıkardı. Ceviz rengi, ses ve istasyon ayarı için sağda ve solda iki yuvarlak düğme, üzerinde siyah kulpun hemen yanında küçük bir anten, ön yüzünde altın sarısı varak çerçeve ve hoparlör kısmında peteği andıran ahşap kaplama. İnce bir camın ardında kırmızı şerit, numaralar.
Kadın “Bunu ancak siz tamir edebilirmişsiniz” diye yineledi radyonun düğmesini açarken.
Czzzzzzz
“Radyomun sözleri birbirine karışıyor. Bir istasyonda inandığım diğerinin yalan haberlerinde geçiyor. Kelimeler koridorundayım. Süt gibi duvarlar. Yanlış yankılanan her hece duvara sıçramış kan gibi beynimi kemirmekte. Cızırtısız dinlemek benim de hakkım. Kelimelerin üzerini kaplayan zar, heceleri bölmekte. Heceler beynimin kılcal damarları. Kan akış hızı en yavaş olan. Derdim deşifre etmek değil bilinmezliğin gizemini. Çözmek istediğim kendi hayatımın alfabesi.”
Tamirci arkasına yaslandı elini koltuğun sırtlığına bıraktı. Yüzünü buruşturdu.
“Ne anlatıyorsun sen bana. Seçtiğin kelimelere bak, yapış yapış. Bu şekilde konuşarak bir şey anlamamı bekleme. Benim için anlam sadelikte, kullandığın kelimeler, cümleler, çok sıkıcı. Sen anlatırken inan bana dinledim, aslında dinlemeyi çok istedim. Şu kelimelerin üstündeki zar falan. Dikkatim dağıldı.”
Kadın kendini ifade etmenin telaşıyla “Bunlar benim kelimelerim, ben buyum” diyebildi. Tamirci onu alaycı bir şekilde cevapladı
“Sen bu değilsin kimse ‘bu’ değildir.”
Kadının düşlediği görüşme bu şekilde değildi. Gergin bir ses tonuyla “Zihninizde beni koyduğunuz şablona uymak zorunda değilim” dedi.
“Şablon mablon bırak bu işleri etten kemiktensin herkes gibi. Herkes gibi sıradan.”
Yüzü kıpkırmızı kesilen kadın “Çok sıcak oldu burası, biraz hava almalıyım” dediğinde Tamircinin kahkahası yeşil duvarlara çarptı.
Kadın ilk defa sesini yükselterek, “Bu yaptığınız saygısızlık, dalga geçiyorsunuz benimle” dedi.
“Dalga geçiyorum evet ama bunun için beni suçlayabilir misin? Ayrıca senin derdin saygı değil yüceltilmek istiyorsun”
Kadın ayağa fırladı. Garsonun “Hanımefendi.” demesiyle kadının sıcak köfte tabağını üzerinde hissetmesi bir oldu. Bluzu yağ içindeydi. Ellerinin titremesine engel olamayarak masanın üzerinde duran mermer havanı eline aldı. Her şeyin donduğunu hissetti o an. Havada asılı duran eli, mermer havan, etrafa savrulan kekik, yağ damlacıkları.
Kadın “Dikkat etsenize hayvan herifler.” dediğinde Tamirci çoktan radyonun düğmesini kapatmıştı.
Kendi sesinde ilk defa duyduğu bu ton bir başkasına ait gibiydi. Tamirciyle göz göze geldi.
“Evet ben değilmişim bu.”
ASUMAN CANIDEMİR YAMLI