SANATKÂRIN ELİ ÖPÜLÜR

Atatürk, insanlığın yüzyıllar boyu övdüğü ile övündüğü nitelikleri üstün kişiliğinde topladı. Hayatı boyunca gösterdiği davranışlarla, bu nitelikleri sergiledi. 

Birkaç örnek sıralayalım:

Muzaffer Başkomutan olarak İzmir’e girdiği gün, önüne serilen düşman bayrağını, “Bayrak bir milletin bağımsızlık alâmetidir; düşmanın da olsa saygı göstermek gerekir!” demişti.

Bir milleti hürriyet ve bağımsızlığa kavuşturan büyük eserinin görkemi karşısında, ülkenin büyük sanatkârları, şairleri, tiyatro sanatçıları elini öpmek istedikleri zaman “Sanatkâr el öpmez; sanatkârın eli öpülür!” demişti.

Çanakkale’de kendisine karşı savaşırken bir kolunu kaybeden ünlü Fransız Generali Gouraud’ya, yıllar sonra Ankara’da karşılaştıkları zaman -Generalin boş kolunu işaret ederek “Türk topraklarında yatan şerefli kolunuz, memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir bağdır!” demişti. 

Çanakkale şehitleri törenine konuşma yapmak üzere giden bir Bakanına, harpte ölen diğer millet askerleri için de: “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz!” diye not yazdırmıştı.

Mısır elçisine, bir sabah, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Şu anda günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Bu milletler, bütün güçlüklere, bütün engellere rağmen mânileri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı alacaktır!” demişti. 

Atatürk, gerçekten insan sevgisinin ve insanlık idealinin kolay erişilemeyecek bir örneği idi. Bu davranışlar, belki de insanlık tarihinde eşi olmayan şeylerdi ve O’nun büyüklüğünü, O’nun genişliğini, O’nun engin hoşgörüsünü simgeliyordu.

“Yurtta barış, cihanda barış” için çalışmak, Atatürk için dünyamızda yaşayan bütün insanları birbirine daha çok yaklaştırmak, daha çok sevdirmek yolundaki çabaların bir parçasıydı. O’na göre “Dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak, demekti“. Çünkü “Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdu”. İşte Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesinin kökleri böyle insancıl bir düşünceden, böyle insancıl bir idealden kaynaklanıyordu.

Bütün milletlerin çağdaş uygarlık düzeyinde birleşmesi, bu ortak uygarlığa dahil olması Atatürk’ün en içten arzusu idi. O’na göre, insanlar arasında artık renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve iş birliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeliydi.

Bu değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Atatürk, görüş ve düşünceleriyle, bu yönüyle de insanlık tarihi önünde aşılamayacak bir büyüklüğü temsil etmekteydi. 

Atatürk’e göre, güzel sanatlar uygar olmanın yollarından biriydi. Fikir hayatının can damarı ve kültürlü insan yetiştirmede eğitim aracı olduğunu söylüyordu:

“Sanat, güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, yontma oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur… Sanatkâr da, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”

Sanatkâr ile bütün millet, bütün insanlık övünürdü. Çünkü, Sanatkâr, insanlığın ortak değeriydi. “Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir,” demişti. “Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz” derken, müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci, her şeyi,” olduğunu belirtmişti. 

Atatürk, edebiyatın önemini anlatırken bir örnek vermişti:

“Askerlik bile, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için uyandırıcı, yönlendirici, harekete geçirici ve nihayet fedakâr ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur,”

“Güzel sanatlarda başarı, bütün inkılapların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır,” demiş, başka bir konuşmasında; “Sanatsız kalan milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” demişti.

Atatürk sanatkarları şöyle yüceltmişti: “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat bir sanatkâr olamazsınız.” 

Atatürk basın ile ilgili de çok önemli sözler söylemişti: “Basın verdiği bilgiler, yaptığı yorumlar, ileri sürdüğü fikir ve düşüncelerle geniş halk kitlelerinin eğitim ve öğretimine katkıda bulunmalıdır. Basın milletin genel sesidir. Bir milleti aydınlatmada, ona doğru yolu göstermede, bir milletin muhtaç olduğu fikri gıdayı vermekte, özetle bir milletin hedefi mutluluk olan ortak yönde yürümesinin sağlanmasında basın, başlı başına bir kuvvet, bir okul, yol göstericidir.”

Medyada yalnız sürüm ve kazanç hırsı hâkim olursa, halka yol gösterme, halkı eğitme, halkı temsil etme niteliği kaybolur. Atatürk düşüncesindeki gazetecilik, bir kazanç işi değil, toplumsal kuruluş olmasıydı. 

Cumhuriyet basının taşıması gereken nitelikleri konusundaki düşüncelerini dile getirmişti:

Türkiye basını, ulusunun gerçek sesi ve iradesinin meydana geldiği yer olan Cumhuriyetin çevresinde çelikten bir kale oluşturacaktır. Bu kale fikir kalesi, zihniyet kalesidir. Basın mensuplarından bunu istemek Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün ulusun içten olarak birlik ve dayanışma içinde olması zorunludur.  Toplumun esenliği ve mutluluğu bundadır. Bu gerçeği ulusun kulağına, vicdanına gerektiği gibi ulaştırmada basının görevi çok ve çok önemlidir.

Atatürk’e göre, medyanın yanında, diğer yayın araçlarına da görevler düşmekteydi: Demişti ki:

Tiyatro, sinema ve gramofon, radyo, telgraf da fikirlerin yayımı ve duyurulması için önemli ve etkili araçlardır. Bir insanın herhangi bir yerde söylediği sözleri yalnız orada bulunanlar işitebilir. Etkisi sınırlıdır. Fakat bu sözler radyo ile söylenirse bütün dünya işitebilir. Söz bir gramofon plağına geçerse, özellikle bir gazeteye, bir kitaba geçerse, fikir yazılı hale gelmiş olur. Bütün dünyada okunur. Doğal olarak gelecek kuşaklara da ulaşır.

Sözü Aşık Hüdai’nin şiiri ile bitireyim:

HACI BEKTAŞ / ATATÜRK

Balık susuz olmaz, insan vatansız
Gülüm Hacı Bektaş, elim Atatürk
İlmim nihayetsiz, yolum hatasız
İlim Hacı Bektaş, yolum Atatürk

Okuyabilirsem, insan bir ilim
Fikirden, mantıktan geçiyor yolum
Birbirine bağlı gönlümle dilim,
Gönlüm Hacı Bektaş, dilim Atatürk

Hünkar ruhumdaki yeşeren daldır
Ata’m o daldaki yeşeren güldür
Tıpkı buna benzer buna misaldir
Dalım Hacı Bektaş, Gülüm Atatürk

İşte Hüdai’niz, meydana geldim
Ben böyle inandım, ben böyle bildim
Bir yüce Ulu’dan bir dolu aldım
Ulum Hacı Bektaş, dolum Atatürk

Ahmet ÖZDEMİR

 

Ahmet Özdemir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir