SAKLAMAK

Üç günlük dünyada saklanacak en kıymetli şey; kalbimizdeki sevgidir.

Günlük hayatta çok kullandığımız, farklı birçok anlamı ihtiva eden bir kelimedir saklamak. Sıradan, sade şeyleri basit olanla karıştırırız bazen. Saklamak da böyledir; sadeliği içinde derin anlamlar ifade eder ve bu kelimeyi çok değişik manalarda kullanırız.

Elinde bulundurma manasında kullanırız mesela. Bakkal, az bulunan bir ürünü hatırlı müşterilerini dükkânından boş çevirmemek için saklar. Herkese vermez. Daimi müşterisi geldiğinde eli boş döndürmez evine, isteğini temin eder. Müşterisini memnun eder ki ticaretinin devamlılığı olsun. Doğrusu, müşteri de bu durumdan hayli memnun ayrılır o işletmeden.

Görünmesine engel olmak için saklanır bazı şeyler. Babasından gizli sigara içen bir genç, otoriteye karşı gelip zorda kalmamak adına veya babasını üzmemek düşüncesiyle sigarasını saklar. Nişanlısının mektubunu saklar genç kız, kendisinden başkası okumasın ki duygular ortalığa dökülmesin diye. Muhtaç olanın yanında varlıklı olan, aldığı kıymetli objeleri saklar; diğeri rencide olmasın diye. Yavrusunu saklar yuvada kuş, daracık bir bodrumda kedi, toprağın altında tavşan; güvenle yaşamaya devam etsin yavruları diye.

Sakal-ı Şerif saklanır. Peygamber Efendimizden kalan yadigâr olarak öyle kıymetlidir ki kıymetine binaen saklanır. Hem de kırk bohça içinde saklanır. En büyüğünden başlanarak salavatlar eşliğinde ve hep aynı yönlerde açılır bohçalar. Hiç acele edilmez, zira bu iş aceleye gelmez. Tekbirler ve salavatlarla kalpler hazırlanır, rikkat sağlanır, hasret çoğaltılır. Gittikçe küçülen bohçaların kırkıncı ve en küçük olanından görünür kıymetli Sakal-ı Şerif. Onun uğrunda yanan yüreklere bir ferahlık verir, kalpleri serinletir.

Ramazan günlerinde ziyaretçilere açıldığı camiye adını veren Hırka-i Şerif de böyledir, o da saklanır. Yün olduğu halde güveler yemeden korunmuş, desenleri bugünün teknolojisiyle bile açıklanamayan, sanki melekler dokumuşçasına ince işçilikle dokunmuş/örülmüş bu mübarek nesne de saklanır. Peygamber iltifatına mazhar olmuş Veysel Karani’nin mirasçıları olan şanslı kullar tarafından saklanır.

Sakal-ı Şerif veya Hırka-i Şerif ziyaretlerinin manevi yönü, asıl kurtuluş yolunu hatırlatıcı birer uyarıcı olmalarıdır. Bunlar sayesinde müminin gönlünde tazelenen duygular onun davranışlarını olumlu yöne çevirdiği takdirde makbul sayılır. Ayrıca Peygamber efendimize salavata vesile olması, bu saklanan nesnelerin bizim açımızdan en kıymetli kısmı olsa gerektir.

Altın, inci, para gibi kıymetli şeyler, ortalıkta görünmesin diye saklanır. Bilir ki sahibi, o kıymetler ortadayken düşmanı çok olur. Kaşla göz arasında kayboluverir. Maddi değeri çok olduğundan göreni baştan çıkarır; buna meydan vermemek, suç işlemek üzere kışkırtmamak düşüncesiyle saklanır. Kapıyı aralık gören bakkal çırağı, saka, kapıcı, her kimse; cüzdanınızı açık ve paralar ortalığa saçık tutmanız halinde yoldan çıkabilir. Böyle bir durumda çalan kadar ortalıkta bırakan da suçludur. Buna meydan vermemeli, cüzdan gibi kıymetli eşyalar gözden uzak yerlere konmalı, saklanmalıdır.

Bir ahbabınıza gidersiniz, size yazdan kalma bir meyveyi ya da sebzeyi ikram eder. Şaşırırsınız. Bir yandan da bu nesneyi nasıl bozulmadan muhafaza ettiğini düşünürsünüz. Yıllar evvel böyle bir olaya şahit olmuştum. Malum, kavunun pek çok çeşidi vardır. Yaz ortasında olgunlaşan kavun cinsi olduğu gibi, sonbaharda olgunlaşan cinsleri de vardır. Kış kavunu denilen koyu yeşil kabuklu kavun, en dayanıklı kavundur saklamasını bilene. Yerde bırakırsanız, önünde sonunda çürür. Anneciğim kavunun sapına ip bağlar, onu yüksek bir yere asardı. Hiçbir yere değmeden aylarca bozulmazdı bu usulle saklanan kavunlar. Şubat ayında kavun yerdik ve o zamanlar soğuk hava depoları şimdiki kadar yaygın da değildi. Toprağa gömülüp altı ay sonra çıkarılan peynirin, mağaralara depolanan buz kalıplarının mantığı da aynıdır; bozulmadan saklamak.

Bazen yaptığınız işi gizli tutarsınız. Herkes olaya dâhil olmadan, kendiniz kotarmak istersiniz. Nazar değer diye korkarsınız, başkası da talip olursa şansım azalır diye düşünürsünüz. “Eşeğin kulağına karpuz kabuğu düşürmek” deyimini hatırlayıp, düşürmemek için saklarsınız. Bir ev almaya niyetlenirsiniz mesela. Evin bulunduğu semt, büyüklüğü, fiyatı vs. konularında her kafadan bir ses çıkar. Sizin de aklınız karışır. En iyisi bu konularda işinin ehli biriyle istişare etmek ve olay dallanıp budaklanmadan işi sonlandırmaktır. O zamana kadar fikirler muhakkak saklanmalıdır.

Bayram ziyaretine gelemeyen çocuğuna, el açması baklavasından saklar anneler. Her zaman yapılmayan, her yerde bulunmayandır o. Tatsın ister o evladı da. Akşam yemeğine gelemeyen aile ferdine, yemeğin en başında hakkı, ayrılarak saklanır. Gurbette yaşayan torunun karne hediyesi alınıp ilk görüştüklerinde vermek üzere saklanır. Atalardan kalan değerli nesneler, günü geldiğinde ve kıymeti bilineceği zamanlarda genç nesillere verilmek üzere saklanır.

Duygular saklanır. Bazen sevinçler, bazen kıskançlıklar saklanır. Komşusunun oğluna vurulmuşsa kız, bunu herkesten saklar. Sevdiği kıza açılamayan utangaç genç, aşkını saklar. Kardeşini kıskandığı halde belli etmeyip devamlı sarılan büyük kardeş, sevgi gösterilerinin arkasına kıskançlığını saklar. Etrafındakilere haset eden hasetçi, verdiği zararı saklar. İhtiyaç sahibine yaptığı yardımı saklar iyiliksever insanlar. Kalp kırıklığını saklar Allah’ı vekil tayin eden biri. Çocuk sevindiren, çocuğun sevinç esnasındaki yüz ifadesini kalbinde saklar. Bayram için alınan ayakkabıyı yastığının altında saklar bayramı beklerken çocuk. Bayramda gözyaşlarını saklar babasını kaybetmiş yetim, annesiz öksüz.

Ördüğü dantelin veya kazağın modelini saklayanlar olur. Kimselerde olmayıp en kıymetlisi sadece onda olsun diyen ve modeli isteyene “Yeminli bu örnek, veremem!” deyip kapıdan çevirenler. Halbuki her evin eşyası, eşyanın yerleştirilişi, dantelin veya kazağın örülme becerisi farklı farklıdır. Modelin aynı olduğu bazen fark edilmez bile. Ortaya tamamen farklı bir ürün çıkar; ama gene de veremez, saklar bazıları.

Yaptığı yemeğin tarifini isteyenlere eksik malzeme söyleyerek başarısız sonuçlar aldıranlar da yukarıdaki gruptandır. Bunların sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çoktur üstelik. Ünlü aşçıları anlayabiliriz belki. Onlar sanat icra ediyorlar yemek sunarken. Sıradan ev hanımlarına ne demeli, hele eksik malzeme verdikleri insanlar da arkadaşları iken. Her insanın elinde farklı bakteriler olurmuş. Bu sebeple kimsenin elinin lezzeti bir başkasının yaptığına benzemezmiş. Aynı malzemeleri kullandıkları halde çok farklı lezzetlerde yiyecekler yapanları çok görmüşsünüzdür. Öyleyse eksik malzeme söyleyenleri hangi kategoride değerlendireceğiz; kıskançlıktan mı, bencillikten mi yoksa kıymetbilmezlikten mi?

Zaman zaman sadaka vermek, kıymetini bilen için bir ihtiyaçtır. Çok daralır ve bir an evvel elinden/evinden sadaka çıkarmak ister insan. O anda verecek kimse bulunmayabilir. Böyle durumlarda sadaka olarak düşündüğümüz nesneyi yahut parayı ayrı bir yere veya evin dışına çıkarmak amacıyla balkona koyarız. Yerini buluncaya kadar orada saklarız. İhtiyaç sahibini bulur bulmaz yerine ulaştırırız. Bu saklamak çeşidi de bizi rahatlatan bir yöntemdir.

Sebepler ne olursa olsun, hepimiz bir şeyleri saklarız. Küçük bir çocuk da saklar, yaşlı bir insan da… Bence saklamak, evrenseldir.

Saklamanın olumlu olanlarına âmenna, fakat olumsuz saklamalar; mesela örnek vermemek gibi, tasvip edilemez elbette. Hiç dostça ve insanca değil üstelik.

Üç günlük dünyada saklanacak en kıymetli şey; kalbimizdeki sevgidir. Onu koruyorsak, gerisi teferruat…

Nurhayat Örencik

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir