ŞAİR EŞREF : “KENDİMİ HECVEYLEMEZSEM KAFİRİM”

Şair Eşref’ten söz edeceğim. Şiirlerinden örnekler sunacağım. Ama önce hiciv anlayışından ve biyografisinde kısaca söz edeyim:

Hiciv Eşref’in benliğine işlemişti. Öyle ki, dinî motifler taşımasına rağmen gazellerinde bile hicve yönelmekten kendini alamıyordu. Yaşadığı zamanın sorunlarıyla ilgileniyordu. Devletin işleyişi ve toplumdaki aksaklıklardan çok defa Sultan Abdülhamid’i ve çevresini sorumlu tutuyordu. Zaman zaman onları hakarete ve müstehcenliğe varan bir dille eleştirirdi.

Şair Eşref yürekliliğinde şairler bir daha gelir mi gelmez mi bilemeyiz ama, o devlet ve toplum hayatında görülen zulüm, suistimal, rüşvet, iltimas, cehalet ve miskinlik gibi bozukluklara vatan, millet, hürriyet, adalet ve liyakat gibi fikirlerle karşı koymaya çalışmıştı. İçerik açısından yeni olan şiiri şekil ve üslûp bakımından eskiye bağlıydı.

Manisa’nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında doğmuştu. Nüktedanlığı aileden geliyordu. Babası Hâfız Mustafa Efendi de nüktedan ve hoşsohbet bir din bilginiydi. Annesi Ârife Hanım’ın hâfız ve şair olduğu söylenirdi. Özel olarak matematik ve tarih dersleri aldı. 1870’ten itibaren Manisa ve Turgutlu’da tahrirat kâtipliği, Akçahisar ve Alaşehir’de mal müdürlüğü yaptı. 1878’de İstanbul’da bir imtihana girerek üçüncü sınıf kaymakamlık ehliyetnamesi aldı ve Haziran 1879’dan Aralık 1902’ye kadar Fatsa, Çapakçur, Hizan, Ünye, Tirebolu, Akçadağ, Garzan, Garbîkaraağaç, Buldan, Kula, Kırkağaç ve Gördes kazalarında kaymakam olarak çalıştı. İçkiye düşkünlüğü ve hicivleri sebebiyle memuriyet hayatı pek başarılı geçmeyen Eşref, yine bu hicivleri ve Jön Türkler’le münasebeti dolayısıyla bir jurnal sonucu Jön Türkler’den Tevfik Nevzat ve Hâfız İsmâil ile birlikte İzmir’de tutuklanarak İstanbul’a gönderildi (1902). Muhakeme neticesinde Prens Sabahaddin’in babası Damad Mahmud Celâleddin Paşa’nın Avrupa’ya kaçmadan önce gönderdiği mektupları ve bazı devlet adamlarına yazdığı hicviyeler yüzünden bir yıl hapse mahkûm edildi. Cezasını tamamlayarak gittiği İzmir’de çevresinin boşalması ve tekrar bir jurnalle hapsedilme korkusuyla Ağustos 1903’te Mısır’a kaçarak Meşrutiyet’in ilânına kadar orada ikamet etti. Kısa sürelerle Fransa, İsviçre ve Kıbrıs’ta da kaldığı bu dönem Eşref’in edebî hayatının en verimli yıllarıydı. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra büyük ümitlerle yurda döndü. Turgutlu kaymakamlığı ve Adana vali muavinliğine tayin edildi. 1909’da emekliye sevk edildi. Aşırı içki sebebiyle yakalandığı verem hastalığından 22 Mayıs 1912’de son yıllarını geçirdiği Kırkağaç’ta öldü.

Şair Eşref’ın taşlamaları oldukça sertti.  Bakınız ne diyor:

“Ey pâdişâh-ı âlem, düşman mısın zekâya?
Erbâb-ı iktidarı gördün mü saldırırsın;
Asrında kaldı millet üstadsız, kitabsız,
Havf eylerim yakında Kur’ân’ı kaldırırsın.”

Mısır’da iken eğer dönmezse varlığının haczedildiğine ilişkin haberleri görünce, şunu yazdı:

“Koçan şeklinde hıfzettim, getirdim Mısra birlikte,
Gıyaben haczedin kim müşterisi kum kadar çoktur
Hicap etmekteyim amma efendi doğrusu lafın,
S.kimden başka bende hacze layık manalet yoktur!”

Şair Eşref bir taşlamasında şöyle yazmıştı:

“Besmele gûş eyleyen seytan gibi,
Korkuyorsun „höt“ dese bir ecnebî
Padisahım öyle alçaksın ki sen,
İzzet-i nefsin Arap İzzet gibi!”

Günümüzde böyle bir şey yazacak biri var mıdır diye sormuyorum. Çünkü kimse yazmasın. Sürekli çekiştiği Arap İzzet kim? Birkaç cümlede anlatayım:

Arap İzzet Holo Paşa, 1852 yılında Şam’da doğdu. Şam’ın eşrafından Holo Paşa’nın oğluydu. 1890 yılı civarında Yıldız Sarayı’na girdi. II. Abdülhamit döneminde Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi, vezir, hafiye örgütünün yöneticisi oldu. 

Şair Eşref’in iki dörtlüğünü sever ve hisse almaya çalışırım:

“Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar
Doğruyu söyler gezer bir şairim
Bir güzel mazmun bulunca Eşrefa
Kendimi hecveylemezsem kafirim

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin reddeylerim billah öz kardaşımı
Gözlerim ebna-yı ademden o rutbe yıldı kim
İstemem ben Fatiha tek çalmasınlar taşımı…”

Şair Eşref aramızdan ayrılalı yüz on üç yıl geçmiş.

Ziya Paşa diyor ki, “Ayinesi İştir Kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.” Yani: “İnsanın aynası işidir, lâfa bakılmaz; bir kişinin aklının seviyesi, yaptığı işte görünür.”

Şair Eşref’in şiirlerinden söz edeyim.  Bir şiirinde şöyle diyor:

“Kişi, kâmîl oldu mu üstat mertebesinde,
Ona madde üstünde bir değer vereceksin…
Baktın ki; hali, tavrı değişti meclise gelişte,
Çüüşşş…deyip, sırtına bir semer vereceksin!”

Ah neyleyim ki, memlekette semerci kalmadı. Kalaycı da kalmadı. Kalaylamak yalnız “Oksitlenmeden korumak için bir metal parçasını veya bakır kabı kalay tabakası ile kaplamak, eksiklikleri, kusurları görünüşte gizlemeye çalışmak” sanmayınız. 

Kalaylamak bencileyin gönül yelpazesidir. Nasıl anlatayım bilmiyorum. Araya bir parantez açmak lazım ki, içinde kalaylamanın anlatımı olsun:

Kahvehanede iş isteyen çingeneye birçok hakaretler etmişler. Bizim çingene de o anda tepsideki yeni yapılmış kahveyi kapıp kafasına diktikten sonra, köpüklü köpüklü saydırmaya başlamış. Ne diyor bu demişler. Kalaycıymış, kalaylıyor diye karşılık gelmiş. Ne kalaylıyor diye sormuşlar. Valla anandan başladı, avradından kızına oğluna geçti, hâlâ kalaylıyor.”

Anladınız mı şimdi benim gönül yelpazesini.

Bir gece sarhoş olan Şair Eşref’i polisler sıkıştırırlar. O da dayanamaz birine tokat atar. Oda savcılığa şikâyet eder. Korkak ve duruma göre karar veren Savcı (Mustantık) sorular sormaya başlayınca, Eşref şöyle der:

Elinde yok adâlet, olsa da sen kim, adâlet kim,
Kimi mazlum görürsen hep “Kabahat sendedir” dersin…
Polisler üstüme saldırdı, ben de sille aşk ettim
Be Mustantık Efendi!. . Söyle, sen olsan ne b… yerdin?”

Süleyman Nazif’e; “Eşref ile Nef’i arasında ne fark var?” demişler, o:

Nef’i’nin yüz beyitle göklere çıkardığı bir adamı, Eşref bir beyitle yerin dibine sokar” demiş.

Aslen Yahudi dönmesi sanılan, güzel şiirleri olan, iki defa sadrazamlık yapan, Abdülhamit’e meşrutiyeti teklif ettiği için İzmir Valiliğine sürülen Kıbrıslı Kamil Paşa’yı Eşref, aşağıdaki beyitlerle tenkit etmiş ama, Eşref’i her dönemde en çok koruyan, kollayan o paşa olmuştur:

“Agop paşayı lütfet padişahım sadr-ı a’zam yap
Denînin peyrev-i ikbâli varsın bir denî olsun
Sadaret mührünü memnû’ ise vermek Müslüman’a
Yahudiden usandık bir zaman da Ermeni olsun”

Eşref İzmir’de hazır elbise satan Yahudi bir esnaftan alış-veriş yapar ama, sonradan kazıklandığını öğrenir. Aynı günlerde de Kıbrıslı Kamil Paşa Sadrazamdır. Şu dörtlüğü yazar:

“Hazır elbise satan kavm-i Yahud’dan birisi
Bana bir kaşkariko eyledi külliyet ile
Ben anın ânesini babasını beller idim
Sadr-ı a’zam darılır gayret-i milliyet ile.”

Kamil Paşa hiç gülmeyen bir insanmış Eşref onun için şöyle yazmış:

“Peyü marı, çeşmi mûru, nânı molla kesnedid,
Lütfü nisvan, künhü Yezdan, ruhu insan kesnedid
Saydığım şeylerde bazen emri mâkûs olsa da,
Vali Paşa’yı fakat ömrümde handan kesnedid!…”

Biliyorum diyeceksiniz ki, Şair Eşref ne diyor?  Yazayım:

“Yılanın ayağını, karıncanın gözünü, imamın ziyafetini kimse görmemiştir.
Kadının lûtfunu, ulûhiyetin esrârını, insanın ruhunu kimse görmemiştir.
Saydığım şeylerin bazılarını belki gören olmuştur.
Fakat Vali Paşa’yı gülerken, ömründe kimse görmemiştir.”

Ahmet Özdemir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir