HUDUT

Şıpır şıpır yağan yağmurun altında sırılsıklam ıslanmak vardı şimdi ama bünye unuttu gençlikteki müsamahasını, minicik bir ihmalde yerden yere vuruyor bedeni. En basitinden beli tutuluyor insanın. Sonra düşün dur, acaba pencereyi mi açık unuttum yoksa cereyanda mı kaldım, acaba üzerim ince miydi de ben mi farkına varmadım diye? Yeni çıktı hepsi. Önceden bana mısın demezdim. Yıllar geri geri gitmiyor çünkü.

Açık açık “Yaşlılık,” demeyelim de bu yaşa kadar içimde bir yerde gizlenmiş ve şimdi ortaya çıkmanın tam vaktidir diyen bir alarm devreye girmiş gibi. Tehdit olarak gördüğü her şeyde vücudun bir yerinde hemen ötmeye başlıyor. Işıklı, mışıklı, kırmızı kırmızı yanıp sönüyor ve ulu orta herkes de görüyor. Hâliyle insan da “Temkinli ol,” butonunu arıyor içeride. Misal, aylar takvimde yaza giriş yapıyor olsa da ben hâlâ kışlıkları gönül rahatlığıyla hurçların en dibine koyamadım. Şu sıcak tutar, bu elimizin altında bulunsun, bunu akşamları üstümüze geçiririz diye diye gittikçe anneanneme benzedim. Üstelik yalnız da değilim. Güneşin doğmayı unutmuş gibi doğduğu puslu sabahlarda “Dizlerim ağrıyor, bugün hava yağışlı mı olacak acaba?” diyen bir adam da var artık yanı başımda. İyi ki de var. Acaba aksi olsa nasıl olurdu? O, aksi olan bey amcalara nedense bu aralar çok rastlıyorum. Belki de algıda seçicilik, bilmiyorum. Bey amcamın yaşı yetmişi aşmış, ununu elemiş eleğini duvara asmış ama hâlâ mayınlı tarlalarda yürüyor. O yaşta, o renk saçla olmuş mu be bey amca, bu resmen yaşını inkar etmektir, diyesi geliyor insanın. Yüzün yetmiş gösteriyor, saçın 5.32 numaralı boyayla kuzguni siyaha boyanmış olunca otuz beş mi göstereceksin? Belli ki yanında seninle yol yürüyen, o rol çaldığın teyze de eşin. Kırış buruş olmuş bir yüzde sadece saç mı değiştirecek gerçeği? Bu, sahte evrak altına imza atmaktan farksız! “Benim ruhum genç!” savunması da durumu kurtarmıyor maalesef.

Esasen o derinlerde çalan alarmın görmezden gelinmesiyle başlıyor her şey. “Sessize al,” ya da “titreşime al,” butonunu inatla yok saymak ve içeride türemeye başlayan başka butonlara peş peşe basma isteği giriyor sinsice devreye. Her hatayı geri al butonu, ben bunu sevmedim, alın bunu buradan, yeni güne atlama butonu, bana gençliğimi geri verin butonu…  

Uçuşarak tamamlanamıyor insan. Göçüp konarken gezginlikten de sıkılıyor, hep bir son durak aranıyor yürek. Kendine söylemeye cesaret edemese de bu böyle. Uçuşmak; özgürlüğü koluna takıp istediğini yapmak gibi gelse de kulağa, havada yönsüz, yolsuz dolaşmak aslında. Yok öyle “Onu da severim, seni de severim; oraya da konarım, buraya da uçarım,” hâlleri.

Tohumlar uçuşurken değil toprağa kavuşunca kök salar çünkü. Sel görecek, fırtına görecek, sinecek, solacak ama günü gelecek, kök salıp yıllara meydan okuyacak. Meyvesi de karar verdiği yerde nöbeti tutanın olacak. 

İnsan hudut istiyor. Hele bir de çizdiği hudut gönlüne göreyse değmesin kimse keyfine; gerisi lafügüzaf, gerisi hikâye…

Gamze Koç
   

1 Yorum “HUDUT”

  1. Gamze hanim bu haftaki yazinizi, ne hikmettir bilemedim fakat bir şiir gibi okudum. Cok guzel. ilkbahardan yaza geçişi oyle yerlere dokunmuşsunuz ki özgür olmanin havada ucusan tohum degilde topraga konunca özgürlesmenin tadı lezzetine varabilmenin erdemligi. Tebrikler:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir