Camiamızın sevilen ismi eğitimci yazar Dursun Ali Taşçı, büyük daveti aldı, o da “Sonsuzluk kervanı”na katıldı. Bu ezelî ve ebedî yolculuğa kimler iştirak etmedi ki? Hepimiz için geçerli bir yolculuk ve vazgeçilmez bir güzergâh değil mi zaten?
Evet hepimiz ölümlüyüz, fani dünyanın nazlı misafirleriyiz, bu konağın geçici konuklarıyız. Mevcut hakikati biliriz de hatırlar mıyız her zaman? Hayır! Çoğu zaman unutur gideriz. Galiba hesabımıza da geliyor unutmak. Ancak nisyana kapılanlar isyana düşüyor yazık ki…
İlk olarak ne zaman tanıştık Dursun Ali Bey’le. Doğrusu tam olarak hatırlamıyorum. Ya Kubbealtı’nda fakirhaneyi şereflendirmişti veya ESKADER’in “Bâbıâli Sohbetleri”nde görüşmüştük. Ama tanıştığımız andan itibaren şükürler olsun birbirimizi hep sevdik, hiç kırmadık. Çünkü bu muhabbetin temelinde gelip geçici çıkarlar, menfaatler yoktu, sadece Allah rızası vardı. Sohbetini dinler, istifade ederdim. Son olarak salgın başlamadan önce Yeni Dünya Vakfı’nda düzenlediğimiz toplantıda kendisini dinlemiştik. Yazı kursumuzun Türk Edebiyatı Vakfı’ndaki mezuniyet törenini de şereflendirmişti. Mevlâna’dan, büyüklerimizden bahsetmişti Bâbıâli Enderun Sohbetleri’nde. Zaten son zamanlarda Anadolu yakasında düzenli olarak Mesnevî Sohbetleri yapıyordu. Bir bakıma “Fena Fi’l Mevlâna” olmuştu.
En büyük özelliği, alamet-i farikası ne idi diye sorarsanız, diyebilirim ki güler yüzüydü. Kendisine çok yakışan o tebessümü unutmak mümkün mü? Hazret-i Peygamber’in “Mümine tebessüm sadakadır.” hadis-i şerifine en çok uyanlardandı. Böylece dostlarına, kardeşlerine bol bol sadaka dağıtıyordu. Dolayısıyla Dursun Ali Taşçı deyince aklıma hep o muhteşem, kuşatıcı tebessümü geliyor. Ne iyi anış, ne güzel hatırlayış öyle değil mi?
Rizeliydi. Bir gün sohbet ederken, söz arasında Biz yakınlarının tabiriyle asıl ismi Niyazi Birinci olan merhum romancımızı, hemşehrisi Yavuz Bahadıroğlu’nu sormuştum. “Akrabalığımız da var.” demişti. Çok sevinmiştim. Taşçı’nın bir kitabı da Nesil Yayınları’ndan çıkmıştı.
GÜZEL BİR HAYAT
Bazı hayat hikâyeleri ibretlidir, ders çıkarılır bu biyografilerden. Bunun için tarihçe-i hayatlar yazılmıştır. Okunsun, görülsün, ders alınsın diye. Eğitimci yazarımız, emekli edebiyat öğretmenimiz Dursun Ali Taşçı, 1955 yılında Rize iline bağlı Pazar ilçesinin Tütüncüler köyünde dünyaya gelmişti. Öğretmen okulu ve Eğitim Fakültesi Türkçe bölümü mezunuydu. Uzun yıllar ülkemizin çeşitli yörelerinde bir dönem sınıf öğretmenliği, ardından edebiyat hocalığı yaptı. 1989 yılında Millî Eğitim Bakanlığı kanalıyla Fransa’ya Türkçe öğretmeni olarak gitti, orada 6 yıl kaldı. Meslek hayatında 33 yılını tamamladı, 2007 yılında emekli oldu. Beyan dergisinde yazıları yayımlandı; Çay TV’de “Nokta” isimli edebiyat programı yaptı. Salı akşamları Ümraniye Kültür Merkezi’nde “Mesnevi Okuma Dersleri” verdi. Sıkı takipçileri, aynı yerde perşembe günleri “Mevlâna ve İnsan” konulu konferanslarını da dinledi.
İLK HEVES DUVAR GAZETESİ
Hepimiz gibi ilk okuma ve yazma heyecanını okul sıralarında duydu. Türk eğitimci yazar. Emekli edebiyat öğretmeni ve Vakit Gazetesi yazarı. 1955 yılında Rize iline bağlı Pazar ilçesinin Tütüncüler Köyü’nde dünyaya geldi. Öğretmen okulu ve Eğitim Fakültesi Türkçe bölümü mezunu. Uzun yıllar ülkemizin çeşitli yörelerinde bir dönem sınıf öğretmenliği ve sonra da Edebiyat Öğretmenliği yaptı. 1989 yılında Milli Eğitim Bakanlığı kanalıyla Fransa’ya Türkçe Öğretmeni olarak gitti ve orada altı yıl kaldı. Meslek hayatında otuz üç yılını tamamladığı 2007 yılında emekliye… (devamı)
Öğretmen Okulu’na giderken “Duvar” gazetesini çıkardı, orada şiirler, denemeler yazdı. Türkiye genelindeki yazılı basında ise ilk şiiri “Ezan Çağının Nesli”, 1975 yılında Millî Gazete’de yayımlandı. Ardından gazeteye bir deneme gönderdi. Arka sayfanın yarısını tutacak şekilde neşredilen bu yazı da yayınlanmış ilk denemesidir. O dönemle ilgili hislerini şöyle ifade ediyordu: “Düşünebiliyor musunuz, birinci sayfasında baş yazar olarak Necip Fazıl ‘Çerçeve’ başlığı altında yazı yazıyor, ikinci sayfada Sezai Karakoç “Sur” çerçevesiyle, üçüncü sayfada da Osman Yüksel Serdengeçti “Selam” başlığıyla köşe yazıyor. Sizin, böyle bir gazetede yazılarınız çıkıyor! Çok heyecan verici ve motive edici bir şey.”
BABASININ KUR’AN SEVGİSİ
Babasının hafız olması kendisini küçük yaşta Kur’an’a yönlendirdi. Yine çok küçük yaşta Arapça okudu. Yazarımız, o günleri şöyle anlatıyor: “Ahmed Cevdet Paşa’yla erken tanıştım… Ama en önemlisi, Necip Fazıl’ı tanımam oldu. Tüm eserleriyle üstadım oldu. Cemil Meriç’in ıstırapları, ıstıraplarımla örtüşüyordu, onu da çok sevdim. Sezai Karakoç’ta ruhum hafifledi, kendi merdivenimden yukarıya doğru çıkmaya başladım. Daha birçok isim sayabilirim, ama bunlar yapı taşları. Batı düşüncesine gelince, çok insan okudum. Birkaç tanesini sayayım: Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Bergson, Hugo, Balzac, Tolstoy, Dostoyevski, Nietzsche, Çehov gibi düşünür ve yazarlar, beni, dünyanın ve zihnimin bin bir serüveni ile tanıştırdılar. Sonra Batı’ya dokununca, Batı bana hiç yabancı gelmedi.”
LEYLA’DAN GEÇİP MEVLA’YA ULAŞMAK
Yıllar önce ESKADER olarak “Beyazıt Ramazan Sohbetleri” düzenliyorduk. Ramazan aylarında ve Diyanet’in kitap fuarı gölgesinde gerçekleşen o toplantılar unutulamaz. Bu sohbetlerden birinin hatibi Dursun Ali Taşçı’ydı. Ağabeyimiz konuşmasında “Aşk, yaşarken ceset ve para baskısından kurtulmaktır.” demişti. Bundan sonrasını o toplantıları mükemmel şekilde takip eden ve notlarını tutup geleceğe emanet eden Elif Sönmezışık kardeşimizin satırlarından okuyalım:
“Aşk meselesinin dünyanın ve havanın var olduğu günden beri gündemde olduğunu söyleyerek sözlerine başlayan Dursun Ali Taşçı, ‘Su ve ekmek hep var. Aşk, belki de bunlardan öte bir özelliğe sahip olduğu için hep var olacaktır. İnsan, aşk olmasa bir işe yaramaz.’ diyerek kim olduğumuza dair soruların cevaplarını bilen Mevlâna ışığında cevapları ortaya koydu. ‘Herkes kendini kendi kabiliyeti ölçüsünde tanır, onun ötesine geçemez.’ diyen Taşçı, Kur’an ile haşır neşir olmaya başladığı zamanlarda erkek ve kadının yaradılışına dair ayetlerden çok etkilendiğini belirtti. Kadın ve erkeğin kromozom yapısına bağlı olarak Leyla ile Mecnun misalinin ne kadar doğru olduğunu anlatan Taşçı, ‘Tarihte hiçbir Leyla Mecnun’un arkasından gitmemiştir. Bütün Mecnunlar Leyla’nın arkasından koşmuştur. Aslında Mecnun Leyla’nın arkasından koşmamıştır. Mecnun kendi içindeki Leyla’yı aramış, onu aradığı zaman da Mevlâ’yı bulmuştur. ‘La ilahe illallah, Muhammeden Rasulallah’ cümlesinin içinde aşk alevlenir. O zaman kadın erkeğin gurbetidir, erkek kadının vatanıdır. İkisi bir araya gelince insanlık bayrağı dalgalanıyor.” diyerek Hazret-i Mevlâna’nın ‘Bütün bilimlerin özü, ahirette başına ne geleceğini bilmektir.’ sözünü aktardı.”
Dursun Ali Taşçı’nın fazla eseri yok. Keşke yakınları, talebeleri ve sevenleri yaptığı o unutulmaz sohbetlerini, gazete ve dergilerde kalmış yazılarını kitaplaştırsalar… Ne güzel olur. İrfanımıza ve medeniyetimize hatırı sayılır büyük bir hizmet olur.
Bir süredir İstanbul’da hastanede tedavi görüyordu. 25 Nisan 2024 tarihinde hayata veda etti. Ertesi günü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde cenaze namazı kılındı. Cenazesi defnedilmek üzere memleketi Rize’nin Pazar ilçesine götürüldü. Burada kılınan cenaze namazının ardından aile mezarlığına defnedildi.
Eserleri farklı yayınevlerinden Uygarlığa Aşkla Direnmek, Fıtratın Aşk Çağrısı ve Kurban Çocuklar-Eğitim Yazıları, Referansım Allah’tır adıyla yayımlandı. Ara sıra sosyal medya hesaplarımda bu değerli eserlerini tanıtırdım. Teşekkürde bulunur, dua ederdi. Hakikaten bir nezaket timsaliydi Dursun Ali Hoca. Keşke camiamızda onun gibi kibar müminlerin sayısı hep ziyadeleşse. Bilerek, isteyerek kimsenin kalbini kırdığını düşünemiyorum. Çelebi mizaçlı, derviş gönüllü, nahif yapısı olan bir mizaca sahipti.
Her dönemde yazı kursumuzda öğrencilerime röportaj ödevi veriyorum. Onlardan birini de bir talebemiz Dursun Ali Taşçı ile yapacaktı. Kısmet olmadı. Haberi alan öğrencimiz çok üzülmüş, hüzünlenmişti. Kendisini aramış, konuşmuş ama röportajı yapmak kısmet olmamıştı. Her şey kader iledir. Kaderin ötesine yol yok!..
Haber7.com sitesinde, sevilen ve okunan köşe yazıları kaleme alıyordu. Dursun Ali Taşçı hakkında iyi yazılar yazıldı, yazılmaya devam edecek bundan sonra da. İnanıyorum ki vefalı dostları hatırasını her zaman yaşatacaklar. Ebedî âleme göç ettikten sonra dostlarından Abdullah Yıldız, bir uğurlama yazısı yazmıştı. Bu yazının okunmasını dilerim, adresi şöyle: https://m.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdullah-yildiz/dinin-adami-dursunali-tasci-45246.html
Kendisine yapılan davetlere uyardı, sünnet olduğu için icabet ederdi. Hem sohbetlerimize hem de yazı kursu öğrencilerimizin mezuniyet törenlerine fırsat buldukça katılırdı. Bu merasimlerde talebelere kıymetli tavsiyelerde bulunurdu. Mübarek gün ve gecelerde, dinî bayramlarda tebrikleşirdik.
Ömrü boyunca İslami hakikatleri anlatan, dinimizin güzelliklerinden bahseden aziz ağabeyimize, kıymetli hocamıza Cenabı Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun inşallah. Dursun Ali Taşçı iyi bir yazardı bunu herkes bilir. Ama şairliğini biraz geri planda bırakmıştı. Ölümü anlatan şu dörtlüğü onun esasında şiir kumaşı da yüksek bir şair olduğunu gösteriyor:
Bismillah deyip koydum başucuma ölümü,
Korkularım dağıldı; zihin rahat, can rahat.
Dünya zehrini attım, zikre verdim dilimi,
Hayatın tadı varmış; ruh rahat, iman rahat.
Bu ruh ve iman rahatlığına ulaştığına inanıyorum. Zira bu yüce teslimiyet sırrına sahip olabilmiş bir mümindi. Yahya Kemal’in o muhteşem mısraıyla, edep timsali edibimizi uğurlayalım: “Evvel giden ahbaba selam olsun erenler!” Kelamı, Bayrak şairimiz Arif Nihat Asya ile hitama erdirelim: “Geliniz ey Fatihalar, Yasin’ler!”
Mehmet Nuri Yardım