Sanki kucağımda kedi varmış hissine kapılarak satır aralarında gezindiğim derleme eseri tamamladığımda kendimi; Kedisevenler mi edebiyata meyilli oluyorlar, yoksa edebiyata yatkın olanlar mı kedi seviyorlar? sorularına cevap ararken buldum.
Ömründe kediden başka bilumum hayvanatı beslemiş bir kedi sevmez olarak geçmişte ve günümüzde memleketimizin kedilerini düşünüp bu hususta nereden nereye geldiğimize kafa yormaya başladıktan sonra; kedilerle ilgili anılarım, çocukluğumun fabl kıvamındaki kedi anlatıları ile hâl-i hazırda gözlemlemekte olduğum kedi vaziyetleri, bir titrek film şeridi gibi zihnimde belirdi.
Dünyada herhalde sokaklarında bizimki kadar başıboş kedi-köpek dolaşan ve kedi üzerine edebiyat yapılan bir başka memleket yoktur. Bir de özellikle büyük şehirlerde son yıllarda peyda olan abartılı hayvan yaklaşımları ile duygusal ve manevi boşluktan kaynaklanan aşırı hassasiyet sonucu, memleketin ahvâlinden, kendinden ve diğer insanlardan ziyade, hayvanları dert edinip onlara sığınan azımsanmayacak bir kitle oluştu.
Etkisi iki sene süren pandemi döneminde evcil hayvanı olanlar şanslıydı. Zorunlu olarak eve kapanılan günlerde; kediyle, köpekle oyalanıp onların pozitif enerjisinden istifade ettiler. Üstelik; kediyi baytara, köpeği tıraşa götürüyorum bahanesiyle yasakları delerek açık havada iki soluklanıp ruh sağlıklarını korudular.
Günümüzde dış dünyaya karşı güven bunalımı yaşayan, kendi boşlukta hisseden, hayatını tek başına idame ettiren pek çok insan, kediler başta olmak üzere evcil hayvanlara sığınıp ruh üşümelerine çare arıyor, terapi kıvamında yaklaşımlarla yaşama sevinçlerini, hayat enerjilerini yeniden kazanmaya çalışıyorlar.
Günümüzde memleketimizin kentsoylu kedilerinin keyfi beylerde bile yok. Kedi köpek muhibbi hanımlarımız sokak hayvanları için sağa sola su kapları bırakıp, çantalarında her daim taşıdıkları kuru mamadan serptikten sonra hızlarını alamayıp soğuk havalar için onlara kartondan ev yapıyorlar.
Kedi taifesinin evcil olanları ise kendi âlemlerinin imtiyazlı sınıfını oluştururken, yaşadıkları evin vazgeçilmez bireyi sıfatıyla, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, bakımları, hekimleri eksik edilmeden huzurlu yaşamaktalar. Hayvan severler arasında kendi ihtiyaçlarından ziyade kediye köpeğe para sarf edenlerin sayısı günden güne artarken, son yıllarda evcil hayvan ürünlerine de ciddi bir talep oluştu. Artık sektör öyle hale geldi ki mahalle aralarındaki veteriner kabinleri, hayvan hastanelerine, bakkal kıvamındaki pet shoplar ise pet-marketlere dönüştü. Kedi ağırlıklı olmak üzere evcil hayvan sektörünün ülke ekonomisindeki pazar payı ciddi seviyelere yükseldi. Bu marketlerde envâi çeşit ürün bulmak mümkün. Çeşitli çap ve evsafta kedi kumları, yavru kedi için ayrı, kısır kedi için ayrı mamalar, tırmalama tahtaları, şampuanlar, tarak, kürek, tasma, kıyafet, hâsılı bu kedi köpek merakı yurtta ve dünyada ayrı bir ihtisas dalı hâline gelip binlerce kişiye ekmek sağlayan bir sektör oldu.
Refah toplumlarının bu şekil hayat tarzı, kısa zamanda bizi de kuşatırken, memleketimizde kendi ihtiyaçlarını erteleyip üç kuruş maaşını evcil hayvanına sarf eden fanatik hayvan sever bir sınıf oluştu. Gerçi bu parayı onlara harcamayan da eninde sonunda psikolog veya ruh hekimlerinin kapısını çalıp etek dolusu para dökecektir. Günümüz Türkiye’sinde nüfusun büyük çoğunluğu ekmek-zeytin alamaz, 10 lirayı bir simide vermeye kıyamazken; bir kesimin kediye köpeğe, kurda kuşa bu kadar para harcaması toplumsal bir kırılmaya doğru gideceğimizin işareti olabilir.
İnsanoğlunun hayvan sevgisini sömüren kapitalist düzenin, medya yoluyla pompaladığı yalan veya doğru haberler, hayvan severlerin duygu ve zihin dünyasında sarsıntı yaratıp zaten kırılgan olan ruhlardaki acıma duygusunu körüklemesi sonucu bünyelerde aşırı hassasiyet oluşturdu. Bunun doğal sonucu olarak da İthal mama satışları patladı. Gün geçmiyor ki medyaya bir eziyet görüntüsü servis edilmesin. Kedi tekmeleyen sefil ruhlu dayılar ile odunla dövülüp sonra da kliniğe kapatılması gereken marazî tipler aramızda gezinirken, yaygara haber yayarak sinir uçlarımızla oynanmaya devam ediliyor.
İzmir’de bir taksici anlatmıştı: Yalnız yaşayan yaşlı kadın müşteri, her hafta ciddi miktarda kedi köpek maması alıp sokaklara serpiyormuş. Evinde de beş on kedi besliyormuş. Bu hanım teyze; bugüne kadar taksici kardeşimizde bir kere dahi paranın üstü kalsın dememiş, bahşiş vermemiş. Maaşının son kuruşuna kadar hazır mamaya harcıyormuş.
Bu mamaları yiye yiye, hayvancağızlar içgüdüsel hareket kabiliyetlerini yitirip, üreme, beslenme, avlanma gibi temel yeteneklerini günden güne kaybediyorlar. Tosuncuk halini alıp atalete bürünen kedi ve köpekler ya bütün gün yatıyor ya da beklenmedik davranışlar içine giriyorlar.
Kuru mamaların yaygınlaşıp sağa sola serpilmesine en çok şehirdeki karga ve fareler sevinmiş olsa gerek. “Kedi gidince fare bey olur” derler. Kediler avcılık içgüdülerini unutmaya başladıklarından farelere ilişmeyip hazırdan yiyorlar. Ortaçağ Avrupa’sında uğursuz sayılıp cadı suçlamasıyla yakılan sahipleriyle beraber ateşe atılan zavallı kediler ortadan kaybolunca, farelerin ortalıkla çokça gezinmeleri sonucu hortlayan veba, kıta Avrupa’sını kırıp geçirmiştir.
Bal yiyen baldan usanır derler. Kediler zamanla, hazır mamalara burun kıvırmaya veya hiç yememeğe başladılar. Genellikle yazlık mekânlarda; yemeyenin malını yemeğe hazır olan domuz tilki ve gelincikler hem mamalara hem de bağa bahçeye dadandılar. Bin bir emekle hizaya getirdikleri bahçelerinin talan edildiğini fark edip dellenen kedici teyzeler bahçelerine çit çektirip âdeta kafes içinde yaşamaya başladılar.
Kediler mekâna bağlıdır derlerse de sahibi yanında olduğu sürece mekân değişikliğine kolay alışır, onların yokluğunda ise her şekilde yollarını bulurlar. Mekâna bağlıkla ilintili anlatımlar, kedilerin olağanüstü yön bulma yeteneklerini gözler önüne serer. Yıllardır anlatılagelen paranormal kedi hikâyeleri her vakit ilgimizi çekmiştir. Genellikle tayin olan memurların geride bıraktığı kedilerinin daha sonra onları nasıl bulduğunu, İstanbul’un bir yakasından diğer yakasına nasıl geçtikleri tam bir muammadır. Göç eden kazlara takılan GPS cihazı misali, kedilerin de takip edilip bu maceranın belgeseli yapılmalıdır veya yapılmışsa da biz bilmiyoruzdur.
Tanık olduğum kedi azgınlıklarından birisi de Niğde Kedilerinin Hamisi “Catman” müstear ismiyle maruf, meşhur tasarım filozofu Fatih Kızılkaya’nın dükkânında gerçekleşti. Bir sonbahar akşamı iş çıkışı, yarım kilo isli kuru et alıp sardırmıştım. Ortalarda, “Keklik”adı verilen 7-8 aylık sevimli bir yavru kedi dolaşıyor, her birimize türlü muziplikler yapıyordu. Kedi ile biraz oyalandık, sonra da lafa dalıp kuru eti, dükkânda unutup eve geldim. Çok geçmeden Catman’den bir video geldi. Açıp baktığımda kekliğin yarım kiloluk kuru et paketini yırtıp açtığını ve tamamını mideye indirdiğini ibret ve şaşkınlıkla seyrettik. Yani doksan kiloluk birinin 50 kilo et yemesine tekabül ediyordu!
Bakmakla öğrenilseydi kediler kasap olurdu derler.
Tavuğun derisi ile gerisinin makbul olduğu, tavuk kanadının henüz el üstünde tutulmadığı dönemlerde kasaplardaki ciğer ve bilumum sakatat kedi-köpek payı olarak verilirdi. Şimdilerde kediler kasap dükkânlarına uğramaz, kasaplar da onlara ciğer vermez oldu. Kilosu dört yüz lira civarında seyreden ciğeri, dalağı, böbreği kırk yılda bir alıyor, bir tas işkembeyi kelle paçayı içtikten sonra bile tonla hesap ödüyoruz.
Özgürlük ve başına buyrukluk denince akla kedi gelir. Hem evcil, hem vahşi olan bu hayvancağızların kimseye eyvallahı yoktur.
Kedicilerin dünyasında “Sahipleri kedileri değil, kediler sahiplerini bulur.” derler. Büyük ölçüde doğruluk payı olan bu söz, pek çok defalar kanıtlanmıştır. Vakt-i zamanında bir taziye evinin açık kapısından içeri giren kedi, onca insan arasında kedi sever arkadaşımı bulmuş ve onun dizine oturup dürtüsel yalamasıyla kendini sevdirmiş, o da kediyi sahiplenip yıllarca beslemiştir.
Köpeklerin yıllar içinde sahiplerine benzediği söylenir. Ama kedilerin kimseye benzemeye niyeti yoktur. Gün olur alır başını gider, gün olur mangalın altında uyur, mırıltısı şifa, enerjisi sefadır. Kedili evde büyüyen çocukların daha bir akıllı uslu, kendine güvenen bireyler olduğu bilinir.
Bulgaristan’ın Gabrovo bölgesinde yaşayanların cimriliklerini anlatmak için yumurtaya musluk takıp, kedilerin kuyruklarını kestiklerini söylerler. Hayvancağız, odadan çıkarken veya girerken kapıya sürtünüp odayı açık tutmasın, dışarıdan soğuk gelmesin diye kediler kuyruksuz gezerlermiş.
Çakal, domuz, köpek, ayı, eşek, öküz, sığır, kültürümüzde hakaret addedilirken kedi lâfı hiçbir zaman küfür niyetine kullanılmaz. “Hadi oradan kedi oğlu kedi” dendiğini hiç duyulmamıştır. Olsa olsa “Kedi gibi sırnaşma!” denir. Araya giren kara kedi, soğukluk ifadesi taşırken, Zemheri tanımlaması; damdan dama atlarken havada donan kedi metaforuyla yapılır.
Kedi mübarek hayvandır. Peygamber Efendimizin emaneti, Pisili Baba’nın merhametidir. Esrarengiz ve başına buyruktur. Ölümünün ardından yas tutturacak kadar kendini sevdirir, sahibini kendine bağlar ve şarkılarda geçse dahi hiç de nankör değildir. Kedi besleyen kişi huzurludur. Vicdan, merhamet, sorumluluk ve karakter sahibi, yüce gönüllüdür.
Kedi beslemeyi abartmadan, tadında bırakarak, aklı fikri muhafaza ederek yapmak gerekir. Evde 1-2 kedi olabilir. Yavrusu, şusu busu hadi olsun 3-5 tane beslenebilir. Ama bir oda dolusu, bir ev dolusu kedi beslemek normal aklın işi değildir. Her işte olduğu gibi bunda da ifrata kaçmamak, itidalli olmak gerekir.
Hâlihazırda at besleyen, çocukluğunda en muzır hayvanları bulup evcilleştirmeye çalışan, akvaryumda balığı ölse duygulanan bir hayvan sever olarak bu kedi furyasının iç dünyama nasıl yansıyacağını merak ediyorum.
Son söz: Kedi köpeğimizi sevelim ama tadında bırakalım. Normal olan onun size değil sizin ona söz geçirmenizdir. Hayvan dostlarımızla arkadaşlık ederken dozu kaçırmadan sevelim, esiri olmayalım. Baytara, pet markete fazla para kaptırmayalım, akıllı olalım.
Ve de bu âlemde bir zerre olduğumuzu unutmayalım.
Alper Lütfi Göncü